25 Haziran 2015 Perşembe

Evrim Ağacı Makaleleri'nde Varsayımsal Akılyürütmeler

Bir süredir canla başla derledikleri, araştırdıkları, çevirdikleri makaleleriyle internette sıkı sıkıya takip edilen bir grubun, Evrim Ağacı'nın yazılarını inceliyorum. Baktım ki gelene, gidene, gezene, bol kepçe fikir dağıtıyorlar. En sonunda dayanamadım. Bir iki bir şeyler ifade edelim, belki bizim de çorbada tuzumuz, biberimiz olur diye makaleleri getirdim buraya. Haydi başlayalım inşallah.

İlk başlığımız ; Dünya Güneş'e 1 Metre Daha Yakın veya Uzak Olsaydı Ölür Müydük?

Bu başlıkta toplumun arkadaş ortamlarında tartışırken savurganca dillendirdikleri “Dünya, Güneş’e bir santim/metre/kilometre bile daha yakın olsa sıcaktan kavrulur, bir santim/metre/kilometre uzak olsa soğuktan donardı." söylencesini ele almışlar. Tabi ki haklı bir şekilde itiraz edilmiş.



Deniyor ki; "Zaten Dünya, Güneş etrafındaki yörüngesi boyunca Güneş'e milyonlarca kilometre yaklaşıp uzaklaşmaktadır. İddia tamamen hatalıdır." Bence haklı bir cevap olmuş. İnsanların kapalı olasılıklardan bilgisizce argümanlar ortaya çıkarmaları ve bunun üzerinden mucizeyi ifade etmeye çalışmaları bilimselciliğe gönül vermiş insanların canlarını sıkıyor haliyle. Onlar da bu ifadelere karşı deliller getirerek gerçeği anlatmaya çabalıyorlar.


Özetle, Dünya'nın yaşam kuşağı içerisinde bulunuşu ile bir metrelik uzaklaşma veya yakınlaşma'nın Dünya'nın donacağı veya kavrulacağı iddiasına karşı güzel, temiz bir cevap sunulmuş.

Ne var ki iş burada bitmiyor! Çürük verileri elden ele, dilden dile dolaştıran insanlara cevap vermek için yola çıkan Evrim Ağacı, bu noktada bırakmıyor işi. Birdenbire güzel bilimsel beyanatlar bitiveriyor ve yazarın alışkanlığı olduğu üzere varsayımsal akılyürütmelere uçuluyor. Cahil sabit fikirliler tokatlanmaya başlanıyor bu paragraflarda.





Bilgi - 3 ve 4 ;


"Her yıldızın kütlesine ve parlaklığına göre değişen, suyun yüzeyde sıvı halde kalmasının mümkün olduğu bir “yaşam kuşağı” bulunur. Buna Goldilocks Bölgeleri adı verilir." 


 "Güneş’in yaşam kuşağı, kendisine yaklaşık olarak 110 milyon kilometre uzaktaki bir yörüngeden başlayıp 250 milyon kilometreden biraz daha uzak bir yörüngeye kadar devam eder. Yaklaşık 140 milyon kilometre genişliğe sahip bu yörünge aralığında, Dünya gibi uygun fiziksel ve kimyasal yapıya sahip gezegenler üzerinde yaşam için gerekli şartlar sağlanabilir."




Halamız ;

Yazarın da ifade ettiği gibi Goldilocks Bölgeleri, suyun yüzeyde sıvı halde kalmasını mümkün kılacak uzaklık aralığındaki bir kemeri ifade ediyor. Buna yaşam kuşağı denmesinin sebebi, suyun sıvı kalarak canlılık için uygun koşulların bulunmasından ötürüdür. 



Bu aralık, çeşitli biliminsanları'nın ve araştırma grupları'nın değerlendirmeleri'nde farklı gösteriliyor. Bunun sebebi ise Bilimcilerin, Yıldız ile gezegendeki suyun, sıcaklık değerlerine etki eden faktörlere (atmosfer bileşenleri, kalınlığı, basıncı, nemliliği, karbon döngüsü, bulutların soğutma etkisinin varyasyonları) verdikleri zilyon farklı değişkeni ele almış olmalarıdır.




Bu diagram suyun katı-sıvı-gaz hallerinde kalışını basınç-sıcaklık ilişkisi içerisinde gösteriyor. Yataydaki kırmızı çizgi, Dünya'nın atmosfer basıncı seviyesinde bulunan suyu gösteriyor. Kırmızıyla Boiling Point (Kaynama Noktası) yazan yer 1 atmosfer (1 bar) basınçta, suyun 100C'de kaynadığını gösteriyor. Aynı hattı takip ederseniz suyun 100 bar'a kadar her basınç seviyesinde 0C'nin altında katılaştığını görebilirsiniz. Diyagrama göre yeterli basınç altında su 700C de bile buz halinde kalabiliyor. Dünya'nın kabuğu'nun maruz kaldığı sıcaklık aralığı ise minimum -60C ile maksimum +60C kaydedilmiştir. Bu bölgede insanoğlu'nun sağlıklı şekilde yaşayabilmesi için ortalama -5C ile +40C arası kritik seviyeler olmakla birlikte +15C oda sıcaklığında bulunması gerekir. Bunun ne kadar hassas şekilde dengede olduğu kolaylıkla görülebilir. İnsanlığın yaşamını sürdürebilmesi için, bütün canlılığın (yüksek basınç ve ısıya dayanıklı bakteriler başlıca) yaşamını sürdürebilmesine kıyasla çok daha hassas gereksinimlerin karşılanması gerekir. İnsanoğlu'nun bu aralıkta yaşamını sürdürebilmesi ve ekoloji'nin dengede kalabilmesi için Dünya'nın Güneş'e olan mesafesi azımsanamayacak hassasiyette önemli olmalıdır.

Bir karşılaştırmayla
Güneş'ten ortalama 227 milyon kilometre uzakta bulunup açıklanan yaşam kuşağı mesafeleri'nin dahilinde olmasına rağmen, Mars'ın yüzey sıcaklığı ortalama -63C dir.

Halamızın Bıyıklısı (Varsayımlar)


Bilgi - 5 Başlıklı Varsayım ; "Dünya’yı alıp Güneş’den şu anda olduğuna kıyasla 20 milyon kilometre uzaklaştırsanız bile donmayız. Evet, ortalama sıcaklık biraz daha az olur, mevsimler biraz daha farklılaşır ama donmayız."

Nasıl yani? Dünya'nın şu anki konumuna rağmen, her yıl tropikal ve subtropikal kuşakta yaşayan yüzlerce evsiz insanın donarak öldüğünü unutuyor musunuz? Sadece Amerikada yarım milyondan fazla evsiz insan her yıl donma tehlikesiyle karşıkarşıya kalıyor. Demek ki önlemlerimizi almadığımız taktirde zaten donuyoruz. Dünyayı yörüngeden 20 milyon kilometre uzaklaştırınca neler olabileceğini süper bilgisayarlara hesaplatabilecek şuna benzer babayiğit bir simülasyon tasarlanmış değilken, bu varsayımları da elden ele gezdirmek "Dünya bir metre uzaklaşsa donarız" diyenlerin varsayımlarından ne kadar farklı olacaktır?

"...Buna gerek modifikasyonlar yoluyla kısa sürede, gerekse de evrimsel adaptasyonlar yoluyla uzun sürede uyum sağlar ve normal şekilde yaşamaya devam ederiz."

Bunca kalabalık hesaplamalara rağmen, gezegenin yörüngesindeki değişiklikler ve canlılığın bu değişikliklere adaptasyon kabiliyetine yönelik varsayımlar uydurmak, halamızın bıyıklısını arayıp, ona amca deyip demeyeceğimize dair soruları araştırıp cevaplamaktan farksızdır.




Bilgi - 6 Başlıklı Varsayım ; "Ola ki Dünya'yı Güneş'e en uzak yörüngesinden 97.500.000 kilometre uzağa itecek olursanız, ya da Güneş'e en yakın yörüngesinden 37.500.000 kilometre yakınına getirirseniz... Evet, belki yaşamın sıkıntı çekmeye başladığını görürsünüz. Ancak bu verilen sayılar o kadar büyüktür ki, o "1 metre" iddiasının verdiği "mucizevi havayı" katamaz. "

Kanaatimce bu ifadeden amaçlanan o'dur ki ; "İnsanlığın yeryüzünde yaşayışını tehtid etmeyeceğinin iddia edilmesi ile yaşamın sürdürülüşünde kendiliğindenliğe yakınlaşılarak, tespit edilen mucizevi havayı! söndürmek, itibarsızlaştırmak olsa gerekir. Oysa Güneşin mesafe değiştirmesi ile veya Ay'ın döngü değişimiyle, yer altı sularının, akıntıların, bitkilerin böceklerin, balıkların, bakterilerin ve daha trilyonlarcasının döngülerindeki değişikliklerle birlikte yeryüzünün geleceği durum ve insanlığın varacağı nokta kestirilebilir değildir. Kahinlik peşine düşülecekse o başka tabi :)


Bunun da ötesinde şayet yazarın belirttiği seviyelerde yaşamımızı sürdürebilecek olursak. Bu sefer de bambaşka bir mucize ile karşıkarşıya kalmış olacağız.
Bu hassas denge içerisinde yaşayışımızı güvenle sürdürebilmemizin, sayılarını ve niteliklerini bilemeyeceğimiz kadar çok ve çeşitli değişkenin uyum içerisinde olmasına bağlı olduğunu idrak etmek, bilen insanın (homo sapiens) zekası'nın gereğidir. Kainat yüksek miktarlarda denklemler yumağı ile işler ve yaşam, bu denklemlerin bir sonucu olarak sürdürülmektedir.

Belki de yazıda denildiği gibi, Dünya'nın Güneş'e bir metre yaklaşmasının bu denklemde "pek de dikkate değer bir anlamı yoktur."



Bu azametli denklemi yeterince yakından inceleyen kimseler için ;
"Dünya söz konusu yaşam kuşağı içerisinde olmasaydı, yaşam bir başka gezegende başlayacaktı."


"Dünya’yı alıp Güneş’den şu anda olduğuna kıyasla 20 milyon kilometre uzaklaştırsanız bile donmayız. Evet, ortalama sıcaklık biraz daha az olur, mevsimler biraz daha farklılaşır ama donmayız. Buna gerek modifikasyonlar yoluyla kısa sürede, gerekse de evrimsel adaptasyonlar yoluyla uzun sürede uyum sağlarız."

... Şeklinde sunulan varsayımların devamı, en azından denklemin hassasiyetine güveni ifade ediyor diye düşünüyorum. Denklemin bu zarif yeniden yapılandırılma sistemi, ihtişamlı ve mucizevidir. Bizzat modifikasyon ve evrim, sistemin mucizevi mekanizmaları değil de nedir? Bu olasılıkların içinden insanın kıyam ettirilişi, şaşkınlık uyandırıcı değil de nedir?


El netice, bu tür beyanatlar, kainatın ölçülendirilişininin hassasiyetini ve onun görkemi'nin layık olduğu değerini ucuzlaştırarak, bir takım delillendirilmemiş olasılıkların kesinmiş gibi açıklanmasıyla rastlantısal, kendiliğinden, basit hale getirerek sistemin ardında ölçülendirme gücü olan bir tasarımcı olduğu bilincini ortadan kaldırmaya yönelik manipülasyonlar ortaya çıkaracaktır.

Bilen insanın, varoluşu açıklamak için ölçülendirilişi idrakten başka yolu yoktur.

Not; İleri Okumalar adı altında verilen linklerden sonuncusunda makalenin kapsamıyla, Güneş'e her yıl çok küçük değerlerde yaklaşıldığını söyleyen bilimcilerin açıklamalarını paylaşan ve 13 takipçisi ile hiç bir referansı olmayan bir yazarın kısa notu yetersiz ve alakasız görünüyor. Bizzat içeriğin kendisi ile 
kaynağa ihtiyaç duyan bir kaynak sunulmuş.

Diğer verilen bağlantıda ise, NASA'dan Terry Kucera adında bir Güneş Fizikçisi'nin "Güneş' e daha yakın olsaydık ne olurdu?" sorusuna cevabı bulunuyor. O da açıklaması'nın içerisinde şöyle diyor ; "Bir kaç 300 metre'nin (few thousand feets) fark edeceğini sanmıyorum." Kaynak gösterilen NASA fizikçisi bile mesafe-sıcaklık-zamanın etkisi-klimatik etki ilişkisini ele aldıktan sonra, "Hesaplaması basit bir şey değil." diyerek konudan çıkıyor.

Varın siz hesaplayın.

Vesselam. Allahualim.

5 Haziran 2015 Cuma

Üstinsan - İnsan-ı Kamil - He-Man

Muhterem dostlar, baylar ve bayanlar. Biraz aradan sonra sizleri çarpıcı bir başlıkla karşılamayı düşündüm. Bu yazımızda sizlerle oryantal, yani doğu bazlı kavramlarla, batı kültüründen yansıyan bir takım bahisleri yanyana getirip düşünmeye çalışacağız.


Bir süredir üzerinde düşündüğüm bir konu vardı. Batıdan bize gelmiş veya getirilmiş bir takım kavram ve fikirlerin doğudakilerden bağımsız, kendine has olduğu anlayışı çok yaygındır. Oysa karbon kopyadır bazı felsefeler. Yalnız kafamızın içerisinde bunları yanyana getirmemişizdir. Boyaları farklıdır bazı işlerin ama içleri yine aynı tantanayla doludur. Gelin biraz örnekleyelim.





Ne zaman televizyonu açsak veya arkadaşlarla bir sinema turu atalım desek karşımıza zart diye şu logo belirivermez mi? Herkes tanır Warner Bros'un logosunu. Amerikan medya şirketlerinin en büyüğü olmalıydı bunlar. Adamlar 99 da Matrix'i sahneye sürerken, yüzyıllardır kaynattıkları kazanın altına sağlamından bir odun daha atmış oldular. Tabi herkese afiyetle içirdiler bu zarif fikirlerini. Bazıları insanları derinden etkileyen ve sürükleyen izler bıraktılar. İçinizden birisi şimdi çıkar da derse "E Canım bunlar fantazi ve kurgulardan oluşan ticari prodüksiyonlardan başka birşey değil. Maksat eğlence olsun. Ne abarıyorsun kendi kendine?" O zaman çıkar Matrix ile imal edilen; "İnsanoğlunun üst evrenlerin sonuncusunda pil olarak kullanıldığı", "Mehdi'nin ahir zamanda yeryüzüne gönderileceği", "İsa peygamberin tekrar dirileceği" tezine iman eden kamyon yüküyle mü'min bulur getiririm şuralarda.


Bu sahnede kurtarıcı karakterimiz Neo tamamlanışının bir anını yaşıyor, yeteneklerine etkisiyle kurşunları durduruyordu. Kendisi bir anlamda Siyon'un beklenen mehdisiydi. Başının etrafında duvardaki motifin İsa ve diğer aydınlanmış kişiler, peygamberlerde, "ışık getiren" ifadesiyle betimlendiği gibi bir hale olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu aydınlanmış ruhun en bilindik temsillerinden birisidir.

Warner Kardeşler ile bu filmin yapımcıları konu üzerinde çok ince çalışmışlardı. Öyle ki filmin içindeki mesajları anlatan destan gibi dökümanlar, bloglar, kitaplar yazıldı ve paylaşıldı. Bunlardan en kalabalık kısmı belki de Neo'nun beklenen, seçilmiş Mehdi olarak gelişi, kemale erişi üzerinedir. Konu epey kapsamlı ve aslında bir başka uzun yazının konusu olmaya da iyi bir adaydır.



Birbiriyle kök olarak akraba olan bir kelime grubu vardı. Kemal, tekmil, kamil,ikmal-ekmel, mükemmel... diyerek gidiyor. KML kökünden Arapçadır bunlar.

Kemal; Tamam,
Kamil; Tamamlanan,
İkmal-ekmel; Tamamlama eylemi,
Mükemmel;
Tamama sahip olan manalarına geliyor.

Tamamlanma seviyesi insanın üsünlük değerini gösteren bir makam veya rütbedir de aynı zamanda.




Yukarıdaki imaj CNBC-E de yayımlanan Heroes (kahramanlar) dizisine ait. Burada da çeşitli tamamlanma seviyelerindeki kahramanların kazandıkları kabiliyetler neticelerinde birbirleriyle mücadeleleri işleniyor. Kimisi zamanı eğip büküyor ve zaman yolculukları yapıyor, bir diğeri düşünce okurken, yaraları onarılan, cisimlerin içinden geçen, radyoaktif ışın yayan, uçan, kaçan ve benzeri yetenekleri olan kahramanları görüyoruz.



Warner Kardeşlerin kanalıyla yıllaryılı televizyonlarımıza yansımış çizgifilmlerden "He-Man ve Kainatın Efendileri" de bu türden bir işlenişe sahipti.

Jeneriği her defasında şöyle başlıyordu; Ben Adem. Eternia'nın (sonsuzluk ülkesi) Prensi ve Grikafatası Kalesi'nin sırlarının savunucusuyum. Bu Titrek... Benim korkusuz arkadaşım. Muhteşem gizli güçler bende tecelli ettiği gün sihirli kılıcımı kaldırdım ve dedim ki; Grikafatası'nın gücüyle! GÜÇ BENDE ARTIK! (By the power of Greyskull! sözünü o bilindik tercümesi gölgelerin gücü adına diyerek çevirmedim.) Titrek kudretli savaş kedisine ve He-Man kainatın en güçlü adamına dönüştü. (Yumruk) Sadece bazıları bu sırrı paylaştı... Dostlarımız: Büyücü, General ve Orko. Hepbirlikte Grikafatası Kalesini İskeletorun kötü güçlerine karşı savunuyoruz."




Bu sözlerin karşısında milyonlarca çocuk adeta büyüleniyor, cetveli havaya kaldırıp bu sözleri tekrar ederek yarı insan-yarı tanrıcılık oyunlarına dalıyordu. Bu mükemmeli arayış ve varlık düzeninde mertebe kazanma hayalleri çocukların fikir dünyalarında derin beklentiler çağrışımlar ve kaygılar oluşturuyordu.

He-Man in sarı saçlarından, göğsündeki haçtan, kafatası kalesi ve diğer sembolojisine, mesajlarına dair yine uzun ve bambaşka bir yazı dizisi çıkarılabilir belki ama şimdi bu noktada değiliz. Biz He-Man in nasıl sırlara ulaşıp bir güç Tanrısına dönüştüğünü düşünmeliyiz bence.



10 rakamı da tamamlanışı sembolize etmesi sebebiyle pek çok yerde kullanılmaktadır. Barış Manço'nun yıllar yılı hazırladığı Adam Olacak Çocuk isimli yarışma programında arkadaki çocuklar sahneye çıkan çocukların başarılı olduklarını anlatmak için 10 puanlık göstergeleri havaya kaldırıyorlardı. Barış Manço sahnesi biten çocuktan sonra 10 puanları tek tek sayıyor ve 4 tane on puanla her çocuğa 40 puan veriyordu.


Bu Tanrısallaşma - tamamlanış olgusuna örnek çoktur. Marvel Super Heroes ve kapsamında Spiderman, Hulk sonra Süperman ve çeşitli Dövüş oyunları karakterleri, binlerce film, dizi, çizgiroman-çizgifilm ve daha niceleri bizler için hazırlanmıştı. Bunlar çizgiroman karakterleri örnekleriydi yalnızca. Gaza gelmemek ne mümkün?!







Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Gençliğine hitabında "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." sözü de bu anlamda bir manevi ikmal kaynağı'nın Türklüğün geninde bulunduğunun ifadesiydi. Bu kaynağı asalet sahipliğiyle de övmüştür. Bu tarzdaki üstünlük eldesi, güçleniş ve tamamlanış olgusuna siyasi söylemlerde sıklıkla rastlarız.








Friedrich Nietzsche'nin Üstinsanı



Bir dönem meşhur filozof Friedrich Nietzsche'nin kaleme aldığı fikirleri bu konuda ortalığı sarsmıştı. Bir üstinsan (übermensch) ideali belirlemiş ve onu peygamber olması ihtimali yüksek olan ve kadim zamanda, İran dolaylarında ortaya çıkan Zerdüşt'ün öğretileri ile beslemişti. Bu fikre göre belirli bir manevi saflığa ve olgunluğa sahip olan insan, übermensch yani üstinsan olmuş oluyordu. Bu noktada insan olmayı şöyle izah ediyordu Nietzche. “İnsan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. Uçurumun üstünde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış.” Bu ifadenin Zerdüşt peygambere verilen kitabı avesta'daki ünlü "sırat köprüsü" teşbihiyle de benzerlik gösterdiğini düşünüyorum.





Daha sonraları Darwinist etkilerle harmanlanmış bir öğretiyle, bu üstinsan fikri Avrupa faşistleri tarafından harmanlanacak ve ortaya üstün ırk fikri ve Hitlerin bütün konuşmalarında ve kitabı kavgam da vurguladığı "üstün ırkın yaşam sahası eldesi" için aşağı milletleri ezmesi gerektiği, savaşın, doğanın kendisinde de bulunan bir seleksiyon süreci olduğu anlayışı ortaya konacak ve Alman halkınca kapış kapış tüketilecekti. Hitlerin kutsadığı Aryan ırkının zerdüştilikle sıkı bağları olduğunu da düşünecek olursak, Nietzche-Hitler ve üstinsan meselesinin birbirleriyle bağlı olduğunu da idrak edebiliriz. Hatta sarı saçları ve göğsünde Demir Haçıyla He-Man'i ve Töton şovalyelerini ve onların Prusyadaki kalelerini de konuya dahil edeyim isterdim ama mevzuyu uçurmayalım şimdi :)









 Zerdüşt'ün aynı Neo gibi, özgürlük anıtı gibi başının üzerindeki hale ile aydınlık getiren şeklinde tasvir edildiği bir çizim.


Hitler Almanya'nın 1000 yıllık geleceğini Hitler Jugend'e (Hitler Gençliği) bağlıyordu. Üstün nitelikli insanlar ortaya çıkarmak için çalışmalarına kökten başlamıştı. Millet bütün kıtalarda birbirini gırtlakladıkan sonra Milletler Birliği kağıt üzerinde bu saçmalığa bir son verecekti. Irksal üstünlük fikri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabulüyle rafa kaldırılır gözükürken Almanların Yahudilere uyguladığı soykırıma karşılık olarak maddi kaynaklar, patentler Yahudi ırkının kuracağı ve Neo'sunu bekleyen Siyon ideallerini sağlam ve kesintisiz kaynaklara kavuşturmuş oldular. Bu da Tanrının kendilerini ayrıcalıklı kıldığını zanneden bir diğer grubun (veya arkaplanda hepsi aynı gruptur) yepisyeni bir manevralarıydı elbette. Dediğim gibi, fikirler gruplar arasında elden ele gezerken bayrakların renkleri isimler kurumlar coğrafyalar değişiyordu özünde.

Bağlantıdaki liste ise Yahudi Gençlik Organizasyonlarını açıklıyor.

http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Jewish_youth_organizations




Tarikatler ve Yahudi Mistisizmi'nde İnsan-ı Kamil ;
Dünya, milliyet ve ırkçılık rüzgarıyla kasıp kavrulur, coğrafyalar, devletler bölünür ve yenileri kurulup dururken Dünya durmuyordu elbette. Üstünlüğün kimde olduğu yarışı ve bilgisi elden ele, fikirden fikire, zikirden zikire geziyordu. Bu anlamda köklü manevi akımlar da vardı.

Tasavvufta İnsan-ı Kamil diye isimlendirmişlerdi üstinsanı. Bunun manası işte tam da Neo'nun yukarıda yaşadığı şeydi. İçindeki Tanrıyı bulmuş olma, erme, ulaşma diye tanımlanıyordu bu makam. Böylece insan-ı kamil, insan oluşunun eksik doğasını tamamlamış ve bir nevi yarı Tanrıya veya Tanrıya, bir kurtarıcıya ve mükemmel modele dönüşmüştü. Artık doğa'nın çeşitli bağlayıcı unsurlarını eğip bükebilir ve ona hükmedebilir hale gelmiş, çeşitli mucizevi haller gösterir olmuştu. Müridinin zihnini okuyabilir,  zamanı bükebilir, gaipten haber alabilir, rüyalarda konuşur, kötüleri caydırır ve çeşitli kahramanlıklar yapabilir hale erişmiş, kemalini bulmuştur. İnsanlığın artık o'na ihiyacı vardır. Resimde Türkiyede onbinlerce müridi olan bir insan-ı kamil örneği Nakşibendi Şeyhi Abdülbaki Erol görülüyor. Kendisi halihazırda tövbe alma konusunda aracılık ediyor, iradesini ona teslim edenlere cennet ve bağışlanma sözü veriyor. Elbette bu yetkilendiriliş iddiası kur'an da tamamiyle reddediliyor olduğu halde bunlar rahatlıkla çalışılıyor. Yüce Allah, kendisine ortaklık yakıştıranları cehenneme sevk edeceğini ve hesap gününde kimsenin kimseye bir şey sağlamaya güç yetiremeyeceğini açıkça beyan ettiği halde bir güruhu etkilemeyi sürdürüyorlardı.

Yahudi mistisizmi, ezoterizmi, batıniliği olarak adlandırabileceğimiz kabalizm, islama tasavvuf adıyla entegre olmuştu.
Kabala öğretisi de aynı tasavvuf gibi insanın yaratılış ve daha yüksek varoluş seviyelerine nasıl ulaşacağı ile ilgilenir.

Kadim dinlerden gelen bu seyir (yolculuk) ve tarikat (yol) sistemi yani inisiyasyon, hinduizm gibi dinlerin de etkisindeki bir takım özellikleriyle bir şekilde islama eklemlendirilmişti. Yukarıda bahsi geçen Nakşibendilik gibi pek çok tasavvufi tarikatler de bu sistemlerin sarık, sakal, cübbe ile boyanmış halidir denilebilir. Bu yorumlarım aslında karmaşık sosyolojik ve teolojik ilişkilerin basit ve kabaca açıklanışıdır. Hatalı/eksik okumalar ve bağlantılamalarım olabilir. Hakkınızı helal edin lütfen.

Tasavvufta nefis mertebeleri, hiçlik, fenafillah ve bekabillah, bu mistik öğretiyle paralellikler gösterir. En büyük ortak yanları ise aynı He-Man'e bahşedildiği! gibi bu yollarda dirsek çürütenlerin, bir takım ilahi seçilimler sonucu sırlara haiz olmaları, bazı şeyhlerin aynı şekilde kainatta tasarruf sahibi yüce şahıslara dönüşmeleridir.
Bundan sonra şeyh bir tekkede insanlara rüşd (doğruluk) verecek ve mürşid-i kamil, yani istikamette doğruluk sahipliğiyle tamamlanmışlığı bir araya getirecektir.

Bu anlamda bir batı çizgiromanı nasıl kahramanını kainatta hüküm sahipliği ile işleyerek çocuklara istikamet pazarlıyor ise bir tarikat şeyhi de aynı şekilde kainatta hüküm sahipliği iddiası ile
yetişkin müridlerine doğruluk ve kurtuluş vereceği vaadini satabilmektedir.




Yani özetle şeyh veya kahramana yakıştırılan ;

  • Hidayete iletişte (yol göstericilik),
  • Eksiksizlikte
  • Tasarrufta (Yetkide),
  • Hakimiyette,
  • Koruyuculukta,
  • Kurtarıcılıkta,
  • Bağışlama kararında (şefaat),
  • Sahiplikte...
Allah'a ortaklığı olduğunu iddia etmiş bulunuyor.



Kendilerini Allahın dostluğuna ve seçilmişliklerine yakıştırmış ve bu yolla kurtuluşlarının garanti olduğunu iddia eden Yahudilere kuran-ı kerimde Muhammed peygamberin şöyle söylemesi emrediliyor.
" De ki: '
Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin.' Onlar yaptıkları yüzünden asla ölümü temenni edemeyecekler. Allah o zâlimleri çok iyi bilmektedir." Cuma Suresi 13. ayet

Üstünlüğü ırk, millet, dil, vatandaşlık mensubiyetinde veya materyal/maddi/parasal imkanlar, silahlar, teknolojiler oranında arayanlar da dahil tüm insanlara kuran beyanatı şöyledir;


"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır."
  Hucurat Suresi 13. ayet



Vesselam.