4 Mart 2017 Cumartesi

İnşikak Suresi 19. Ayette Bahsedilen Haller;



Cenab-ı Rabbül Alemin İnşikak suresi 19. ayette "Muhakkak ki siz, bir halden başka bir hale geçeceksiniz." buyuruyor. Bu bağlamda bahsi geçen iki ayrı halden neyin kastedildiği ile ilgili bir takım tefekkürler yapalım istiyorum.

Ehli tasavvuflar bu "hal" olgusunu tasavvuf ıstılahınca "İnsanın irâdesi ve çabası olmadan kalbe gelen manâ, feyz, bereket, mârifet, his ve heyecan" olarak tanımlamışlar. Bu tanımlamaya göre "Hâl ve ahvâl, dinî his ve heyecan anlamına gelir ve mânevî yolculuğunu/seyr ü sülûkunu gerçekleştiren bireyin bu esnâda yaşadığı, tecrübe ettiği durumlardır." deniyor. İşte bu noktada İnşikak 19 daki ifadeye bir bağlam kurulup "Acaba İnşikak 19 da Allah bu hallere mi işaret ediyor?" sorusuna cevap arayacağız.

Öncelikle Hal, bir zaman/an itibariyle geçirilen evre, vaziyet manasına gelmektedir. Bu anlamda terminolojik bir genişletmeyle kelimenin gerçek anlamının yitirilmesine müsaade etmemek gerekliğini düşünüyoruz. Diğer yandan modern jargona göre "ayet cımbızlama" denilen ve bir ayetin önüne ve ardına bakılmaksızın sadece ayetin kendi ihtiva ettiği kavramlarla bir yerlere erişme, eriştirme çabasının doğru bir okuma metodu olmadığını söylemek gerekir. Bu okuma yöntemleri yanıltıcı sonuçlar doğurabilir.

"Bir halden başka bir hale geçiş" denilirken hangi hallerin kastedildiğinin bilgisini bizlere aynı sureden ve kitaptan başka hangi kaynak verebilir? Bu anlamda elbette ilk başvurulması gereken kaynak kuran-ı kerim in kendisidir.


Bu anlamda sureyi başından irdeleyecek olursak bize hangi hallerden bahsettiğini daha net görmüş olacağız.


Sorumuzu tekrar soralım;


- İnşikak 19 bizlere insanın olgunlaşma serüveninden mi bahsediyor?


- İnşikak 19'da bahsedilen haller bizlere salikin tekamülünü mü işaret ediyor?



Mekki olan ve 25 ayeti bulunan İnşikak suresi bizlere genel olarak kıyamet gününün kesinliği ve beyanıyla birlikte, akıbetler hakkında bilgi vermektedir.


İnşikak Suresi;


1 - Gökyüzü parçalara ayrıldığında,

2 - Tabiatı gereği Rabbine kulak verdiğinde,
3 - Yeryüzü dümdüz hale getirildiğinde,
4 - İçindeki her şeyi dışarı atarak tamamen boşaldığında,
5 - Tabiatı gereği Rabbine kulak verdiğinde,
6 - Ey insan! Sen Rabbine (kavuşuncaya) kadar çabalayacaksın, sonunda O'na kavuşacaksın.


İlk bölümde zamanlamalara dikkat çekildiği göze çarpıyor ve kıyamet günü gerçekleşecek olanların zamanları sıralanıyor. Rabbiyle kavuşma anı insanın çabasının istikameti olarak ve ayrıca müstakil olarak vurgulanıyor. Demek ki ilk 5 ayette sıralanan zaman diliminin gelişine kadar olan süreçte insan bir çabalayış ile kavuşuma doğru yol almaktadır. Böylece bir netice ve öncesinden bahsediliyor.


Bu duruma göre insanın ilk çabalayış süreci bir başka genel hal idi. Arkasından kavuşum gerçekleşti ve insan başka bir hal üzere olmuş oluyor. İşte ikinci bölümde bu anlatıya geçiyoruz ve kavuşumun gerçekleşmesiyle insanların halleri arasındaki farklar açıklanıyor.



Kitabı Sağından Verilen İnsanın Kavuşum Sonrasındaki Hali;

7 - Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse,
8 - O kolay bir şekilde hesaba çekilecek,
9 - Ve ailesine sevinçli olarak dönecektir.


/


Kitabı Arkasından Verilen İnsanın Kavuşum Öncesindeki ve Sonrasındaki Hali;

10 - Kimin kitabı da arka tarafından verilirse,
11 - O da, helakı (yok olmayı) çağıracak,
12 - Çılgınca yanan ateşe girecek.
13 - Çünkü o ailesinin içinde sevinçliydi.
14 - Doğrusu o (Rabbine) dönmeyeceğini sanmıştı.
15 - Hayır. Muhakkak ki, Rabbi onu görüyordu.




16 - Hayır. Yemin ederim şafağa,
17 - Geceye ve topladıklarına,
18 - Dolunay haline geldiği zaman aya,

19 - Muhakkak ki siz bir halden başka bir hale geçeceksiniz.




16, 17 ve 18. ayetlerdeki yemin, kainatın yaratıcısının yaratmadaki evreleri işleyişe koyuşu ile ilgili bir hatırlatma yapıyor olmalıdır.


16. Ayetteki "şafak", Güneşin batışından hemen sonraki alacakaranlık hali olarak gündüzün geceye dönüşümünün sınırını teşkil ediyor. Aynı zamanda Güneşin batışı, Dünyevi zamanın evreleri olduğu gibi insana verilen çabalayış evresinin de tamamlanıp bir sonraki evreye geçişinin kaçınılmazlığını açıklıyor olmalıdır. Bu özelliğiyle "şafak" üzerine yemin edilmesi bir değişimin haberciliği olması hasebiyle bu surede bahsedilen kıyamet saati haberciliği ile metaforik bir benzeşme ortaya koyuyor.


17. ayette "Geceye" yemin edilmesi ise bir sonraki zaman aşamasına dikkat çekiyor. Bu zaman diliminde gece nasıl canlıları bir araya getiriyor ise işte buna bir benzer olarak bir sonraki ahir yaşam döneminde insanlar haşr edilecek yani toplatılacaktır. Bu anlamda yine Dünyevi yaratılış Uhrevi yaratılış ile belirli benzerlikler ortaya koyuyor ve muhatap surenin bahis konusuyla birlikte tefekküre davet ediliyor.


18. ayette son aşamada ise "Ay'ın dolunay haline gelişi" üzerine yemin ediliyor ki bu yemin bize diğer yeminlerde de olduğu gibi evrelerin Ay için de tayin edildiğini hatırlatıyor. Burada aklımıza şu soru gelebilir. Niçin Cenab-ı Allah Ay'ın başka hallerinden değil de Dolunay haline yemin ediyor? İşte burada ince bir bağlantı olduğu kanaatindeyim. Dolunay, Ay'ın en münevver, en büyük, en görkemli halidir. Demek o ki Cenab-ı Allah bir şafağın ardından çöken gecenin karanlığında toplanan insanlara bir nur ile yol gösteriyor. Nuruna da dilediğince aşamalar biçiyor ve kimi zaman onu en parlak en canlı haliyle gözlerimizin önüne seriyor ki üzerinde düşünelim. İşte kıyamet saati de bir benzeri şekilde insanların, hayvanların toplatılacağı ve Allahın dilediğini nurlandıracağı bilgisi ile ilişkilendiriliyor olabilir. Zira Hadid suresinin 12-13. ayetlerinde kıyamet günü karanlığa gömülenler ve nurlananların farkları üzerine şöyle bir beyan vardır;


"O gün mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların nurlarının önlerinden ve sağlarından koştuğunu görürsün. 'Bugün sizin müjdeniz altından ırmaklar akan, içinde sonsuza kadar kalacağınız cennetlerdir.' İşte büyük kurtuluş budur. "

"O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar iman edenlere derler ki: 'Bize bakın da sizin nurunuzdan bir parça ışık alalım'. (Onlara): 'Arkanıza dönüp bir nur araştırın' denir. Bu sırada aralarına bir kapısı olan bir duvar çekilir ki, onun iç yanı rahmettir, dış yanında ise azap vardır." Hadid Suresi 12-13


Bu noktada Allah teala'nın ayetlerinde Dünya hayatı delilleriyle kıyamet saati hakikatleri üzerine benzerliklere dikkat çekmek istediğini zannediyorum. Bu benzerlikleri hayatımız içerisinde müşahede ettikçe hem kendi yaratış kudretini düşündürürken, hem de bizi bu ayetleri hatırlamaya, zikretmeye ve tefekküre sevk etmek istediği kanaatindeyim. Bir diğer okuma ile ise Allah ayetlerini bir nur gibi karanlığın içerisine doğurmuş ve o karanlıkta yolunu bulmak isteyenlere hakikatini son ve en güçlü haliyle sunmuştur denebilir. Allah doğrusunu bilir.




Şimdi, başta sorduğumuz soruyu bu bilgiler ışığında tekrar ele alalım;


"Acaba İnşikak 19 da Allah bu hallere mi işaret ediyor?"
Cevap; Hayır. Allah bu ayette insanın başka türlü değişimlerine, aşamalarına dikkat çekmiyor. Özellikle vurgulanmak istenen Dünya hali ile Ahiret hali arasındaki geçiştir. Çünkü ayette "Muhakkak ki siz bir halden başka bir hale geçeceksiniz." denirken, gelecek zaman sigası ile gerçekleşecek olan bir hal değişiminden bahsediliyor. Bu bir "Allah adına yaşam boyu olgunlaşma" veya sufiyane bir tekamül geçişi değildir. Burada yalnızca Dünya hayatını kapsayan bir anlatı olmadığı gibi Dünya hayatı içerisindeki çeşitli hal değişimlerine de dikkat çekilmiyor. Yaşam boyu olgunlaşma kuranda karşımıza çıkabilecek bir durum olsa dahi bu surede anlatılmak istenenle doğrudan ilişkisi yoktur. Dünyevi olgunlaşma süreciyle bir ilgisi kurulacaksa ayetlere secde ederek ve Allaha yakınlaşarak insanın olumlu yönde hal değiştirmesi için tebyin edildiği düşünülebilir. Yine de bu düşünce, suren içeriğindeki kıyamet hakikati odaklı hal geçişleri sözü ile bağlantılı değildir.

Sureye göre "Kitabı Sağından Verilen İnsan" kitabının ona verilmesiyle birlikte kolay bir hesabın ardından sevinçle ailesinin yanına dönerek bir hal değişimi içerisine girecektir. O'nun durumu özetle çabanın ardından gelen bir sevinç değişimidir.

Kitabı Arkasından Verilen İnsan Dünyadayken;


Ailesi çevresi ile birlikteyken mutluydu ve Rabbine dönmeyeceğini sanıyordu. İşte bu o insanın ilk halidir.


Kitabı Arkasından Verilen İnsan Ahiretteyken;

Kitabının ona verilmesinden sonra ise yok olmayı isteyecek ve çılgınca yanan ateşe girecektir.

İnşikak Suresi 19. ayette bahsedilen hal değişimi durumu bu yukarıda açıklamaya çalıştığım durum olsa gerekir.


Allah her şeyin en doğrusunu bilendir. İlmimizi arttırsın ve bizleri bağışlasın.

20 Eylül 2015 Pazar

Evren ve Doğa Mükemmel Midir? Bir Evrim Ağacı Makalesi Eleştirisi


Selamlar arkadaşlar. Nihayet bir süredir ertelemek durumunda olduğum yazılarıma geri dönebildim ve mutluyum. Bugün biraz başınızı ağrıtmaya kararlıyım. İnşallah sabırlı ve meraklı gününüzdesinizdir. Bugün konu bir miktar ağır, uzun ve karmaşık. Sanırım ben yazıyı biraz çorbaya çevirdim özrümü kabul edin. Biraz konsantrasyonunuzu talep ediyorum inşallah.




En son Evrim Ağacı sayfası'nın yazılarını irdeliyorduk. Kaldığımız yerden devam etmeden önce bir kaç şeyi hatırlatmak istiyorum;

Bu sayfa (Evrim Ağacı) pek çok bilimsel kanaldan bilgiler aktarırken, öte yandan şahsi fikirlerini çevirilerini sundukları kaynakların aralarına serpiştirmeye tüm hızıyla devam ediyor. Bu esnada da çeşitli kişisel beğenilerin veya ideolojilerin yörüngesinde bilimci anlayışa ters düşecek yanılgıları sunuyor. Bunu şimdi yeni bir örnekle, tane tane düşünelim dilerseniz. Bilintilerimizi genişletirken, doğruluğu kendi perspektifimize göre zorlatmamız doğal görünebilir, ancak bu gerçekten de samimiyetsiz bir davranış olacaktır. Bunu da en çok bilimle uğraşan kimseler yadırgar ve eleştirirler. İnançların ardında gerçekleri reddetmek ve eğip bükmek bir çeşit körlük ve cehalet göstergesidir. Bu doğrudur. İbni Sina "Kimse görmek istemeyen kadar kör olamaz." demiş. Ne de güzel demiş.

Pekala öyleyse bilimcilerin inançları yok mudur? Elbette ki vardır. İşte burada, kendisini bilimci olarak niteleyip bu yolda dirsek çürütmüş kimselerin, şahsi inançlarının arkasından dolaşarak, gerçekleri çarpıtmalarını delillendirmek için çalışıyorum. Bunu yapmaktaki sebebim rekabetçi ve çatışmacı bir zikirle sataşmak ve övünmek asla değildir. Haşa. Bu kimselerin çeşitli çevrelerde laf oyunları ve gösterişli yayımlar ile gerçekleri eğip bükmeleri ve insanlara inançlarını müsbet değerlermiş gibi aşılamalarına karşı durmak amacını taşıyorum. Bu da benim için doğruluğa bir hizmet olusun amacındayım. Vesselam.





Bu sefer eleştirdiğimiz makale başlığımız şu;

Evren ve Doğa Mükemmel Midir? Mükemmellik Kavramına ve Kusursuzluk Argümanına Bilimsel Bir Bakış...
Evet. Şimdi herkes başlığı ve bağlamdaki yazıyı okuduysa üzerine düşünmeye başlayalım.

Bu üç noktalı "bakış..." gelenekçi yargılara bir eleştiri getirmek maksadıyla ele alınmış gibi görünüyor ve şöyle diyor;

"Mükemmellik kavramına ve neden mükemmelliği iddia etme gafletine düştüğümüzden bahsedecek ve buradan yola çıkarak insanın, doğanın ve evrenin neden mükemmel olamayacağını göstermeye çalışacağız. Ayrıca bu kavramın ne kadar tehlikeli olduğundan ve bilimle bağdaşmasının neden mümkün olmadığından da detaylıca söz edeceğiz. Hazırsanız, başlayalım."

Yazar kavramın tehlike boyutları ve bilimdışılığına değineceğini peşinen dile getiriyor. TDK'dan "mükemmel" kavramının anlamları aratılmış. Arapça kökenine inilmemiş. Özetle "kusursuz", "eksiksiz" anlamları ele alınmış. Aslında kelime "tekamül ederek kemale ulaşmış, kamil" yani tamamlanmış demektir. (Bu kavramı daha önceki yazılarımdan birinde de ele almıştım.) Mükemmel kullanımına alternatif olarak yazarın kullandığı eksiksiz veya kusursuz tanımlarını kullanmakta da bir sakınca görmüyorum.

Bu kavram açıklamasından sonra yazar aynen şöyle diyor;


"Aslında sadece bu tanımlara bakan ve belli bir gözlem gücüne sahip her birey, evren dahilindeki hiç bir şeyin mükemmel olmadığını, dolayısıyla bu argümanın tamamen içi boş bir argüman olduğunu kendiliğinden (tanım gereği) görebilecektir."

İddia 1 - "Evren dahilindeki hiç bir şey mükemmel olamaz."

Sonrasında; "Kusursuzluk, karmaşıklıkla eşdeğer görülmekte ve karmaşıklığın kusursuz olması gerektiği iddia edilmektedir. Bu argüman karşısında yapılacak her anti-teze karşılık olarak, "Bu kadar karmaşık bir sistem düzenli çalışabildiğine göre mükemmeldir." diye bir "savuşturma cevabı" üretilebilir. Bu da, kusursuzluk argümanına sarılan bir kişiyle mantıklı bir tartışmaya giremeyeceğinizin göstergesidir."
İddia 2 - "Kusursuzluk, karmaşıklıkla eşdeğer değildir."


ve sonra;

"...Kusursuzluğun veya mükemmelliğin insanın kültürel evrimi sırasında geliştirdiği bir niteleme olduğu anlaşılacaktır. Mükemmeliyet, kişiden kişiye değişen, öznel bir tanımlamadır ve evrensel, genel geçer bir anlam yüklenemez. "

İddia 3 - "Mükemmeliyet, kişiden kişiye değişen, öznel bir tanımlamadır ve evrensel, genel geçer bir anlam yüklenemez."

Şimdi sıra geliyor örneklemeye ve konuya Güneş Sistemi'nden giriş yapılıyor. İyi, güzel de yapıyor bence. Çünkü Güneş Sistemi bu mükemmeliyet hususunda en çok dile getirilen kozmik (düzenli) yapıdır ve Kur'an'da da Güneş'in ve Ay'ın Allah'ın delillerinden olduğu belirtiliyor. Bu tartışmanın cereyan ettiği alanın genellikle Güneş Sistemi olmasının sebebi biraz da bu olsa gerekir. Gökyüzüne bakan her insan kusursuzluğu sorgular.

Kosmos ve Kaos Olgusu

Kosmos dediğimiz şey "uyumun, düzenin olduğu evren" şeklinde tanımlanıyor. Buna göre makrokozmik bir yapı yani "geniş uyumlu bir evren" olan Güneş Sistemi, kendi içerisindeki karmaşık yapısıyla beraber dengesini koruyor. Yazar da buna dem vuruyor ve sistemin bütün diğer sistemler gibi değişken olduğunu dile getiriyor. Güneş Sistemi'nin gelişmesi aşamasındaki fazlarını söyledikten sonra şöyle diyor;

"Fizik yasalarına göre, Evren'de hiçbir şey düzenli kalamaz; her şey, eninde sonunda, düzensizliğe mahkûm olacaktır. Evren içerisindeki sistemlerin düzenli olmasının nedeni, bu sistemlerde enerji akışının sürüyor olmasıdır. Bu enerji akışı, ana kaynak tükendiği zaman (örneğin Güneş’imiz söndüğü zaman) sona erecek ve sistem düzensizliğe yenik düşecektir. Dolayısıyla bu “kusursuz” gibi gözüken sistem içerisinde yeterince beklendiği takdirde, düzenini tamamen yitirdiğini görmek kaçınılmazdır."

İddia 4 - "Fizik yasalarına göre, Evren'de hiçbir şey düzenli kalamaz; her şey, eninde sonunda, düzensizliğe mahkûm olacaktır. Evren içerisindeki sistemlerin düzenli olmasının nedeni vardır."


Yani yazarımız, Güneş Sistemi'nin Kaos-Kozmos-Kaos (Düzensizlik-Düzen-Düzensizlik) olarak üç aşaması olduğunu söylüyor. Bizim ise şu an için sistemin düzenli aşamasında olduğumuzu ve eninde sonunda kaotik, yani düzensiz zamanının mutlaka geleceğini söylüyor ve ekliyor; "Bu olayların bir çoğunun bir kaç saniye sonra veya yarın olmaması için hiçbir sebep yoktur." Bu noktada muhtemelen bilimin çeşitli kıyamet senaryo teorileri ve öngörülerine dayanarak kehanetçilik yapıyor. Buraya kadar bahsedilen bölümü anladıysak şimdi biraz değerlendirme yapalım. Lütfen konsantre olun!


Mükemmeliyet Değerlendirmelerinde Amaç, Beklentiler ve Düzenlilikte Yeterlilik;

Aslında konuya girerken eksik tutulan şey, mükemmeliyet olgusunun amacı ve sebebidir. Bu amaç bahsine üstüne basa basa değineceğim. Bir şeyin eksiksiz olarak anılması için onun hangi amaca yönelik olgunlaştığını/olgunlaştırıldığını düşünmemiz gerekmez miydi? Madem iddia 3 de olduğu gibi "Mükemmeliyet, kişiden kişiye değişir" o halde bunu mükemmeliyete bakan kişiye göre subjektif değerlendirmemiz ve bir referans noktasına taşımamız gerekecektir. Yani bakan kişi mükemmeliyeti nasıl amaçlandırıyor, bunu sorgulamalıydık. Birazdan bu kısma değineceğiz.




Güneş'in yaşam sürecini ele alan bir görsel.



Yazarın kendisi de Güneş Sistemi örneğini verirken "Mükemmellik iddiasında bulunulmasına neden olan esas unsur." olarak zamansallıktan yola çıkmış. Ama zamansallık tek başına Güneş Sisteminin hangi amaca ve değere yönelik olarak kusuru olup olmadığı sorunsalını cevaplamaz. Zamanlama, sadece sistemin amacına giden yoldaki değerlerinden birisidir. Bizim için mükemmeli yorumlayacak olan tasarlanmadaki amaç veya beklenti ve düzenlilikte yeterlilik sorgulamasıdır. Bunlar eksiksizliği en iyi sorgulayacak niteliklerdir diye düşünüyorum.




"Kusursuz Fırtına" olarak Türkçeye çevirilen ismiyle "The Perfect Storm" filmi'nin afişi



Mesela bu sorgulama şablonuna göre bir otomobilden beklentimiz, insanların bir yerden başka bir yere kısa zamanda taşınması ise ve düzeni bunu sağlayacak yetkinliğe sahipse, o otomobilin bu amaç için mükemmel-eksiksiz-kusursuz olduğunu söyleyebiliriz.

Şayet bu otomobil yeterince havalı görünmediği için mükemmel bulunmuyorsa, o halde o otomobilin düzenlenmesinden beklentimizi eksik tanımlamışızdır.

Şu durumda otomobilimizden yeni beklentimiz ;
- İnsanları bir yerden başka bir yere kısa zamanda taşımak
- Gösterişli olmak

şeklindedir.

Bu yeni beklenti tanımlamamıza göre gösterişsiz bir otomobilin mükemmel olduğundan söz edemeyiz. Çünkü yeni yorumumuzda otomobilden beklentimiz, sadece bizi bir yerden bir yere götürmesi değildir ve bu otomobil bu koşullarda, düzenlilikte yetkin, kusursuz, mükemmel değildir.

Bu bir anlamda da tasarlanmasındaki amaç ile beklentilerin karşılanması arasındaki fark ile ortaya çıkacaktır.

Böylelikle bu otomobil tasarlanmasındaki amaç ile beklentilerin karşılanması arasındaki fark bakımından kusursuz olarak tanımlanamaz.

İşte bu amaç-beklenti ilişkisi ve düzenlilikte yeterlilik konusu bizim için mükemmeliyeti sorgulamada kesin olarak bir şablon görevi görecektir. Şöyle bakınca herkes misler gibi görecektir ki mükemmeliyet kesinlikle tehlikeli bir kavram değildir, aksine çıldırasıya ihtiyaç duyduğumuz içsel bir kalite değerlendirme programıdır.

Bu açıklamalarımızdan sonra, iddia 1 - "Evren dahilindeki hiç bir şey mükemmel olamaz" fikri çökmüş oluyor. Çünkü Evrende pek çok beklentileri karşılayan ve yeterli düzene sahip şeyler vardır ve biz onların mükemmel-eksiksiz-kusursuz olduklarını rahatlıkla söyleriz.


İddia 2 - "Kusursuzluk, karmaşıklıkla eşdeğer değildir."

Bu doğru bir tespittir. Karmaşık bir yapı düzenlilikte yetkinliğe sahip olamayabilir ve beklentileri karşılayacak şekilde tasarlanmamış olması mümkündür. Dolayısıyla karmaşık yapı kesin anlamda kusursuzdur denemez. Kusurlu olabilir.


İddia 3 - "Mükemmeliyet, kişiden kişiye değişen, öznel bir tanımlamadır ve evrensel, genel geçer bir anlam yüklenemez."

Bana kalırsa bu tespitte doğrudur. Bunun doğrulamasını da şöyle yapabiliriz. Beklentiler kişiden kişiye değişir. Yani birisi bir otomobilin havalı olmasını beklemezken diğeri havalı bir otomobil arayışı içerisindedir. Bu durumda bir otomobilin mükemmeliyeti kişiye göre değişecektir.

Bunun ötesinde şurada da bir mantık hatası göze çarpıyor. İddia 1 de Evren dahilindeki hiç bir şey mükemmel olamazken mükemmeliyet kişiden kişiye nasıl değişir? Yani hem mükemmel yoktur, hem de bazı şeyler kimine göre mükemmeldir denemez. Safsata! Bu koşullarda İddia 1 ile İddia 3 birbiriyle çelişmektedir.


Evrende Düzenliliğin Mahkum Edilişi ve Hükmü; Yazar iddia 4 te "Fizik yasalarına göre, Evren'de hiç bir şey düzenli kalamaz; her şey eninde sonunda, düzensizliğe mahkum olacaktır." diyor. O halde şu soruya nasıl cevap verilebilir?

- Düzen de tıpkı mükemmeliyet gibi kişiden kişiye göre değişiklik göstermez mi ? Düzenin de aynı şekilde amaca göre sorgulanması gerekmez mi?

Düzeni kabul eden yazar ve onun gibi düşünenler, kaçışı olmaksızın onu amaçlandırmış ve bir tasarım olarak tanımlamış olmaktadırlar. 

Çünkü; Amaçları göz ardı edilmiş bir Evrenin düzenliliğine dair yorum yapılamaz.
Daniskası; İşin güzel tarafı yazarın bu yorumu geliştirmiş, Evrenin düzenli olduğu fikrine kanaatkar olmuş olması bence. Fakat bu düzenliliğin eninde sonunda düzensizliğe mahkum olacağı ahkamını da ciddiyetle getiriyor. Mahkum etmek için de bir hüküm gerekiyor ya hani? İşte o hükmü de fizik yasalarına verdiriyor. İşin saçma yanı ise yasadan bahseden kimselerin yasa koyucuyu inkar ediyor olmaları. Düzeni kabul edenin de düzenleyiciyi reddetmeleridir.


Oysa;

Mutlak yasa koyucuyu reddetmek için yasayı,
Mutlak düzenleyiciyi inkar için de düzeni inkar etmek gerekmiyor mu?


Böylece "Evren'de hiç bir şey düzenli kalamaz; her şey, eninde sonunda düzensizliğe mahkum olacaktır." iddiası düzenliliğin göreceliliği ilkesine göre doğru değildir. Yazar kendi yaşam sürecinin işleyişine göre sistemi düzenli olarak görürken, düzensizlik sonucu soyu tükenen dinozorlar için bu düzenin yeterli olmayışını söylemiyor. Dinozorların yaşamsal süreçleri konusundaki beklentilerini göz ardı ediyor. Zaten yazısının biraz ilerleyen safhalarında düzensizlikle ilgili savlarını geri getirip bu düzenlilikle ilgili açıklamasıyla da oracıkta çelişip çürüyecektir. "Bu “kusursuz” gibi gözüken sistem içerisinde yeterince beklendiği takdirde, düzenini tamamen yitirdiğini görmek kaçınılmazdır." diyerek içerisinde kendisinin yaşayamadığı Evrene kusurlu diyecek ve bizi sürüklendiği çelişkinin derinliğine şahit edecektir. Yine de sistemin belirli ölçeklerde düzenli olduğu yorumunu yapması iç açıcı ama onda da kararsız.



Güneş Sistemi Mükemmel Midir?
Yazar diyor ki;

"Güneş Sistemi'ne baktığımızda, gerçekten de “karmaşık” olmasına rağmen "düzenli" ve "işleyen" bir yapı görürüz. Dolayısıyla bilimden nasibini almamış bir şahıs için kusursuzluk argümanını ileri sürmek için tüm şartlar uygundur. Burada, mükemmellik iddiasında bulunulmasına neden olan esas unsur açıktır: Zaman....bu “kusursuz” gibi gözüken sistem içerisinde yeterince beklendiği takdirde, düzenini tamamen yitirdiğini görmek kaçınılmazdır."
İddia 5 - “Güneş Sistemi zamanla düzenini yitirip düzensiz ve işlemez hale gelebilir. Bu da Güneş Sistemi'nin mükemmel olmadığı anlamına gelir" şeklindir.


Biz bilimden nasibimizi aldık mı bilmiyorum ama her "karmaşık", "düzenli" ve "işleyen" yapının mükemmel olmadığını biliyorum. Zaten bizim mükemmellik iddiası için şartlarımız bunlar değildi. Yazar bu hususu görememiş. Kendisi de eleştirdiği yorumcular gibi mükemmeliyeti yanlış sorularla aramış gibi görünüyor. Doğru soruları sormazsak asla aradığımız cevaplara ulaşamayacağız. Sistemdeki amaç ve beklentilerin karşılanması arasındaki fark bizim kusursuzu tanımlamadaki şablonumuzdu. O halde artık iki sorumuz var.



1 - Güneş Sisteminden Beklentilerimiz Nelerdir ?

Yazara göre Güneş Sisteminden beklentimizin sorgulanması; "Güneş Sistemi'nin şu anda (ve son birkaç yüz milyon yıldır) dingin bir döneminde olması, bu yapının sürekli bu şekilde sakin ve dingin olduğu anlamına gelmemektedir. Güneş Sistemi ve bu sistem içerisindeki Dünya, eski dönemlerde çok kuvvetli manyetik fırtınalar, göktaşı bombardımanları, gezegen çarpışmaları, kuyrukluyıldız çarpmaları vb. aşırı kaotik olaylar atlatmıştır. Bu olayların birçoğunun bir kaç saniye sonra veya yarın olmaması için hiçbir sebep yoktur. "

"Güneş Sistemi ne zaman “tam” hale gelecektir ya da gelmiştir? Bir göktaşı daha sistem içerisine girdiğinde mi? Plüton savrularak sistemden çıktığında mı (bu gelecekte olabilecektir)? Güneş’in belli bir noktası, 1.523.665 santigrat derece değil de, 1.510.223 santigrat derece olduğunda mı (Güneş’in sıcaklığı sürekli değişmektedir)? Dünya'nın kendi etrafındaki dönüşü 24 saat değil de, 26 saat olduğunda mı (Dünya'nın kendi etrafındaki dönüşü giderek yavaşlamaktadır)? Tarih boyunca bu değerler ve sistemin nitelik ve nicelikleri her an değişmiştir, değişmektedir ve değişecektir. Sürekli bir değişim söz konusuyken “tam”, “kusursuz” ve “eksiksiz” bir evrenden nasıl bahsedilebilir? Hangi noktada kusurluluktan kusursuzluğa geçilir ya da geçilecektir?"




Arizona eyaletinde Barringer Krateri



Bu değerlendirmede yazar kendisinin yaşam sürecinin çok uzağında olan bir zaman dilimi için mükemmeliyet değerlendirmesi yaparak saçmalıyor. Çünkü sistemin geleceğine ilişkin bu öngörü sistemden beklentilerinin uzağındadır. Yazarın hesaplanan kaotik sürece ulaşması için kendisine biçtiği ömrün milyonlarcası fazla yaşaması icab ediyor.

İşte bu noktada yazarın kendisi kabul etmese bile, beklentilerini kendi belirteçleriyle ilişkilendirmeyi uygun buldum.

Sistem sakin ve dingin olmalı. Yani "kuvvetli manyetik fırtınalar, göktaşı bombardımanları, gezegen çarpışmaları, kuyrukluyıldız çarpmaları vb. aşırı kaotik olaylar" olmamalı ve bu olaylar bir kaç saniye içerisinde veya yarın gerçekleşmemeli. Yazarın bu konularda tüm beklentilerinin gayetle karşılandığını söylememiz de mümkündür.


Not : Yazar, bu beklentileri birer beklenti gerekçesi olarak kabul etmediği taktirde zaten yaşamını anlamlandırması ve hayattaki değerleriyle ilgili hastalıklı, negativist, depresif kabulleri olduğunu düşünürdük. Çünkü çocuğu özürlü doğan, sağlığını yitiren, aç veya susuz,... (ve aklıma gelmeyen bir sürü yoksulluk acziyet, perişanlık ve acı halleri) yani yaşamını sağlıklı bir şekilde yürütecek ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların memnuniyetsiz ve eksik hissetmesi sağlıklı olan bir durumdur. Pekala bunu da kabul etmeyecek kıvamda rahatsız insanlar tanıdım.

Kur'an'a göre Güneş Sisteminden beklentimizin sorgulanması;

Şimdi bahse bir de bu açıdan bakmayı istiyorum. Buyrun.

"Sizin için yeryüzüne boyun eğdiren O'dur. O halde onun üzerinde yürüyün ve O'nun rızkından yeyin. Son gidiş O'nadır. Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz? O zaman yer birden çalkalanmaya başlar. Yahut gökte olanın üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden emin mi oldunuz? O zaman uyarım nasılmış bileceksiniz." Mülk 15-17

"Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçim zamanı kıldık. Üstünüzde yedi sağlam (gök) bina ettik. Parıl parıl parıldayan bir kandil var ettik. Birbirine sarmaş dolaş bahçeler ve taneler ve bitkiler bitirip çıkaralım diye, sıkışarak su çıkaran bulutlardan şarıl şarıl su indirdik." Nebe 10-16

- Sistem yeryüzü üzerinde yürümemize ve beslenmemize elverişli olmalı. Gökyüzünden taş yağmuru, yerde sarsılmalar/çalkalanmalar olmamalı. Gece ve gündüz, istirahat etmek ve geçim sağlamak için güven vermeli ve imkanlar tanımalı. Yağmur bulutları su getirmeli, bitkiler ve bahçeler sağlıklı yetişebilecek tüm doğal koşulları korumalı.

İşte arkadaşlar böylelikle gerek Evrim Ağacı'nın fikrini danışalım, gerek Kur'an-ı Kerim den okumalar yapalım, dilersek çevremizdeki insanlarla röportaj yapalım, ortaklaşa söylenecek şey şudur;

1 - Güneş Sisteminden Beklentimiz;

Güvenli, huzurlu, stabil olması ve ihtiyaçlarımızı kolayca karşılayabilmemizdir. Başımıza gelecek çeşitli müsibetlere karşı da bizleri koruyabilecek donanıma sahip olmalıdır.

2 - Düzenlilikte Yeterlilik Bakımından Güneş Sistemi;

Evrim Ağacı açısından bakacak olursak sistemin oluşum aşamasında "aşırı kaotik olaylar atlatmış" demektedir. Bu olayların atlatıldığı da net bir şekilde söylendiğine göre bunun bir güven haline kavuşum olarak düşünüldüğünü ve belirtildiğini söylememiz yanlış olmaz.

Kur'anda şöyle söyleniyor; "Göğü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlarsa ondaki ayetlerden yüz çevirmektedirler." Enbiya 21

Geçmişteki çeşitli düzensizlik hareketlerinin varlığı, artık bizim için önemli değildir. Bizim için önemli olan;

- Göğün korunarak stabilitesini sağlaması,
- Aşırı kaotik çeşitli olayların yaşamlarımızı sıkıntıya ve tehlikeye sokmaması,
- Gerekli konforu bize sağlaması,
- Tüm ihtiyaçlarımıza sağlıklı bir şekilde ulaştırabilmesi,...

ve benzeri yönlerdir ve bu yönlerden baktığımızda "Güneş Sistemi'nin düzenlilikte yeterliliği tamdır" "Güneş Sistemi Mükemmeldir." yorumunu yapmamızda hiç bir sakınca yoktur.

Güneş Sistemi, bu genel beklentilerimize yeterli cevabı verebilecek şekilde tasarlanmıştır. Şayet sistemde bir takım beklentilerimize cevap veremeyecek düzensizlikler gerçekleşiyorsa, bunlar sistemin bir eksikliği olduğu anlamına gelmez. Kur'an'da kastedilen kaotik olaylar, esasen düzenli ve ilahi kaynaklı olaylardır. Bütün doğa olayları Yüce Allah'ın kontrolünde gerçekleşmektedir. Bu anlayış çerçevesinde mükemmeliyet sorgulamasına bizim sistemden beklentimiz değil de Allah'ın yarattığı sistemi amaçlandırışı temel oluşturur. Böylece Lut kavmi'nin üzerine yağdırılan ""balçıktan taşlar" (hıcâreten min tînin)" bu yönden kusursuzluk barındırmaktadır. Çünkü bu taşlar tahribat vermesi için özelleştirilmiş, yaratılmış ve gönderilmiştir.

Bu eksikliklerin ve acıların deneyimlenmesi, tasarımcı tarafından istenmiştir. Bu da bir tür cezalandırma, ibret veya hikmeti sorgulamaya teşvik olarak değerlendirilir. Yazarın çeşitli tesadüfi kaos teorilerini ele alması, bu sistemin korunmuş ve kontrollü şekilde tasarlandığı algısını ortadan kaldırmaya yönelik inanç bazlı varsayımlarıdır. Güneş Sistemi'nin bir zamanlar kaos içerisinde olması, bugün mükemmel bir denge ile bize nimetler sunmasına ve beklentilerimizi eksiksiz karşılamasına olanak sağlamıştır. Bu da düzensizliğin, yaratılış sürecinin bir parçası olduğunu anlamamıza olanak tanır. Tıpkı tadil edilen bir evin ilk aşamaları gibi. Oysa evin tadilatı bittiğinde ortalıktaki dağınıklık sona ermiş ve bütün beklentilere tam olarak karşılık verecek, pırıl pırıl bir eve dönüşmüştür. Artık evin o eski dağınık halini gösterip "mükemmel değil" dememizin veya "yarın bu evi sel basabilir" deyip kusursuz olamaz demenin imkanı yoktur. Bu yorumlama mantıksızdır. İnşa edilen ev o an için ve belirli bir beklenti değerine göre kusursuzdur.


Demirin örülmesi ve betonun dökülmesi sağlam bir bina'nın inşası için gereklidir. Bu sert, gürültülü ve ağır sürecin varlığı, güvenli bir eve sahip olmak için gereklidir.


Tasarım; Düzen - Çözüm - Uyum - Denge

Yazar şöyle bir şey söylüyor ; "Düzgün sistemlerin varlığı, bu sistemlerin tasarlandığı anlamına gelmemiştir ve asla da gelmeyecektir." Bu açıklamasının amacı, kusursuzluk yakıştırmasını, eksiklik veya tamlık sıfatlandırmasını ve tasarım anlayışını ortadan kaldırarak, düzeni rastlantısal göstermektir. Bunu başarabilmek için de sistemin düzenli oluşunu küçümseyip önemsizleştirme gayretine düşerek, kaotik süreçlerin örneklerini getirmektedir. Oysa hücre içindeki anabolizma ve katabolizmanın dengesi ile metabolizma yani yapım ve yıkım olaylarının bir uyum ve denge içerisinde sürmesi ve pek çok kozmik yapıda da buna benzer olayların varlığı bisiklet pedalı çevirmeye benzer bir denge unsuru ortaya koyar ve bu denge düzenin işleyişinin temeli olarak takdir edilmiştir. (Ölçülendirilmiştir)

Tasarımın tanımına bakacak olursak;

Tasarım tanımlanmış belirli bir amaca yönelik vücut bulur. Tasarım denge, uyum, bütünlük oluşturan bir kompozisyondur. Tasarımcılık bilgi sahipliğini ve uygulamacılığı da gerekli kılar. Sistemin tasarlanmış olarak tanımlanabilmesi, ortaya çıkan problemlerin bir tasarlayıcının bilgisini işleterek çözümlemesi ile mümkündür. Sistemin amacı varsa o sistem tasarlanmış demektir.

İşte zaten dananın kuyruğu burada kopuyor. Çünkü inkarcılar Evren'in bu tasarım tanımına göre okunmasını engellemek ve örtmek gayretindedirler. Aklen kör olmayan kimseler kolaylıkla bir tasarımcının dilemesiyle bilgi ve zekasının eseri olarak bu sistemleri var ettiği sonucuna ulaşabilir. Düzen, çözüm, uyum ve denge bir eser ve tasarım demektir. Bundan kaçmak için rastlantısallığa yaslanmak düpedüz yalancılıktır. Biz insanlar bunları düşünebildiğimizde ve yaşamımızı idame ettirebildiğimiz sürece bu tasarımın bir amaç üzere işlediğini bileceğiz.

"Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." Ali İmran Suresi 191. Ayet

Bu ayetle birlikte Evrenin boşunalığı ile ilgili düşüncelerin inkarcılarla iman edenler arasındaki bir harp sahası olduğu kanaatine varabiliriz.





Halamın Bıyıklısı,
Kendiliğinden Ortaya Çıkan Yasalar ;
Yazar bir yerde Evrenin başlangıcı aşamasında "değişim meydana gelseydi" diye konuya giriş yapıp saçmalıyor. En sonu da Salvador Dali'nin "Yanan Zürafalar ve Telefonlar" isimli eserine benzer bir Dünya'nın ortaya çıkabileceğini falan söylüyor. Bu bence okurun zamanından ve konsantrasyonundan koparılmış lüzumsuz bir bölümdü.

Bu varsayımsal akılyürütmelerden birisinde de konu şöyle gelişiyor;

"...Ancak unutmayın ki, bu yasalar da tamamen farklı olabilirdi."
Burada acaip bir gol oluyor gördüğünüz gibi. Kendiliğinden ortaya çıkan yasaları anlatıyor. Yani bu yasalar otonomik rastlantıların tezahürü olarak ifade ediliyor. Emir var, emreden yok. Evren farklı da olabilirmiş... Bu Evren bize öylesine denk gelmiş!








Ağzı olan konuşuyor;

Bunun ardından "Kusursuzluk Argümanlarının Nedenleri" başlığı altında konuyu irdelemiş ve...

Varlıklarına alışkınlık,
Varlıklarına alışkın olmayış,
Karmaşıklığı anlaşılmaması,
Uyumluluğun anlamlandırılamaması,
İlişkilerin anlamlandırılamaması,

Bu "uyumluluğun anlamlandırılamaması" mevzusunda şöyle bir açıklama yapıyor; "Parçaların oluşumları ve kökenleri incelendiğinde, hiçbir yapının son halindeki uyumuna ulaşamadığı görülür." Bu fikir açık bir saçmalayıştır. Sebebi ise uyumun amacının yine göz ardı edilmesinden ileri gelmektedir. Yani sistemin bir amacı olduğu her noktada reddedilmektedir. Bu da tasarım fikrini ortadan kaldırmak için yazar ve onun gibi düşünenlerin gözbağı oluyor. "Son haldeki uyum" da neyin nesi? Her parça kendi zaman dilimi içerisinde kendi uyumundadır. Şekil değiştiren tekamül eden evrimleşen veya körelen canlılar/varlıklar amaçlarını da o ölçekte değiştiriyorlar ve varlık sahasında o oranda tecelli ediyorlardır.

"Unutmayın ki "uyumluluk" esasını da bizler belirlemekteyiz. Bir şey, şu anda varsa ve bizimle birlikte, bu sistem içerisinde bulunuyorsa, bize "uyumlu" gelir." diyerek iyice anlamsızlaşıyor. Şeylerin varlığı ile uyum algısının alakalandırılması ne alaka? Uyumun göreceli oluşuna itiraz edecek deiliz ama uyum ve/veya düzenin algılanışı ile bu kadar saçma bağlantılar kurmak için koca sayfayı işletmenin anlamı ne? Bu açıklamasının birazcık yukarısında da Evrenin düzenliliğinden söz ediyordu. Yoksa düzenle uyum farklı şeyler mi? Yazar hepten hatları karıştırmış.

Yazı şöyle gidiyor... "Evrende hiç bir şey mükemmel değildir. Mükemmellik görecelidir. Evren düzenlidir. Evrendeki düzenlilik geçicidir. Evren uyumsuzdur. Uyumluluk görecelidir."

Burada işte böyle çelişkili yorumları bilim diye millete satıyorlar aslında. Gerçekte ise zerre miskal bilimsel değeri olan kompozisyonlar olmadığına dikkat çekmek istiyorum. Ağzı olan konuşuyor.


Uyumluluk konusuna dönecek olursak, aslında benim de en çok şaşırdığım nokta burasıdır hep. İşleyişe bu kadar kafa yormuş, dirsek çürütmüş, emek vermiş kimseler nasıl oluyor da işleyişin istikametini uyumsuz ve amaçsız olarak okuyabiliyorlar. Kendi gündelik işleyişlerinde amaçlarını o kadar çok düşünüyorlar ki tasarlamadan ve planlamadan tuvalete bile gitmeyenler, Dünya'nın Güneş etrafında kafasına göre fıldır fıldır döndüğü fikrini nikah şekeri gibi dağıtıyorlar. Nankörlük değil mi?



"İlişkilerin Anlamlandırılamaması" için de şunları söylüyor;

"Örneğin koca bir kitlenin paylaştığı Dünya görüşü olan “insan merkezcilik” (antroposentrizm), bu hata üzerine kuruludur......Sistemin parçaları arasındaki tarihsel ilişkiyi göz ardı ederek günümüzdeki son hallerine bakıyor olmak, onların kusursuz olduklarını sanmamıza neden olmaktadır. Halbuki ilişkiler, uzun bir sürece yayılmış deneme-yanılma ve seçilme-elenme sonucunda bu son halini almıştır.

İnsan Merkezcilik ve Uyumun Amacı;
İnsanoğlu geçmiş ve gelecek için kendi amacına nispetle tefekkür etmek zorunluluğundadır. Bunu reddetmek akıl dışıdır.

Yazar kompozisyonunun bir noktasında amaçlandırılışa göre yorumlama konusuna değiniyor esasen. Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabın'ndan alıntı yapıyor. Kitabın yazarı kendi amacına yönelik bir alet geliştiren eski bir insan'ın Evrenin de bir amaca yönelik var edildiği ile ilgili sorgulayışını "ihanet" adı altında yorumluyor. Aksine bu sorgulama, insanı tüm zamanlarındakinden çok daha büyük bir adımla ileri götürecektir.

İnsanoğlu'nun Evrenin derinliklerinde, geçmişten ve gelecekten kendi yaşamını anlamlandırmasına hiç bir katkısı olmayacak bilgilerin uyumluluğuna kafa yormasını bekleyemeyiz. Yani, Mars yüzeyinde rüzgarın hızı bizi birinci dereceden ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren yaşadığımız yerde yarın havanın nasıl olacağıdır. İnsan için ilk etapta önemli olan, ektiği ekinin ne kadar yağmur aldığı, mevsimlerin düzenli seyri ve küresel ısınma konusundaki düzenlilik gibi çıkarına ve ilgi alanına yönelik temel kıstaslarından bir kaçıdır. Benzer şekilde bilmem kaç milyon yıl sonra Güneşin sönecek olmasıyla da bu kadar ciddiyetle ilgilenmeyiz.

Şu halde sistemin parçaları arasındaki tarihsellik ve mesafe ilişkisinin göz ardı edilmesi gayet doğaldır. Bunun Türkçesi "Davulun sesi uzaktan hoş gelir" demektir ve davul yakın değilse işte bu mükemmeldir.

...Hasılı, yazarın bu hatası da uyumun amacını gözardı etmek için verdiği mücadelenin bir sonucu olsa gerekir. Çünkü uyumun amacını kabul etmek tasarıma ve tasarım da yaratıcı fikrine kapı aralayacaktır. Kapıyı örtmeye çabalamalarının sebebi budur. Bu da hiç kuşkusuz inkara yakınlaşmak/yakınlaştırmak ve tasarım algısını linç etmek için yapılan bir gözbağıdır.

Kusursuzluk nedenselliklerinin hiçbirisinde, plan ve tasarlanmadaki amaç ve beklentilerin karşılaştırılması fikirlerini ele almamış. (belki aklıma gelmeyen nedensellikler de vardır. Hatırlatmalarınızı bana ulaştırabilirsiniz.)

Bu kısımdaki netice ve özete gelirsek, insanlar kusursuzluğu değerlendirmeye tabi tutarken basitce ve sadece "alışkanlık", "karmaşıklık" kıstaslarına takılmazlar ve takılmamalılardır. En azından tasarıma güvenen insanların bir kısmı bu kadar basit düşünmüyor. Basit düşünen kimselerle birlikte yazarı ve yazar gibi düşünenleri bu kısmı iyice tanımaya davet ediyorum!

Kusursuzluk argümanlarının asıl nedeni; Amaç, plan, çözüm, uyum, uygulama, düzen ekseninde tasarlanma algısıdır.

"Bir organ mükemmel işliyor gibi gözükse de, çok basit bir etki altında çalışmasını durduracak kadar kusurlu olabilir"
derken; O organın amaç, plan, çözüm, uyum, uygulama, düzen ekseninde bir kusuru olmadığı ve hatta kusurun ve uyumsuzluğun bile tasarlandığı neden düşünülmesin?

Kusurun tasarlanmasına kur'an dan bir örnek verecek olursak;


"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler ve dilediğine de erkekler bahşeder. Yahut onları erkekler ve dişiler olarak çift kılar. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, bilendir, güç yetirendir." Şura 49-50


Sunulacak bütün itirazlar, yaratılış ve tasarımın reddine dayalı bir inancın beyanatı olacaktır. Var oluşun uyumlu olup olmaması, tamamiyle var edicinin tasarrufundadır. Bu, tasarımcının bilgisizliğine veya var olmadığına işaret etmez. Aksi kanaatte olanlar bir şekilde iman ettikleri batıl bilgilerin savunuculuğunu yapmaktadırlar.

Özetle; Ektiği ekinin ne kadar yağmur aldığını amaç edinen insanlarla, yağmurları dilediği yere yağdırma ve dilediği ölçülendirmeyi yapabilme elinde bulunduranın kudret sahibinin amacı aynı olmak zorunda değildir.


Uyumsuzluk ve düzensizliğin kültleştirildiği Punk - Metal türü müziklerin sahnelendiği bir alanda Mosh Pit isimli dans. Punk kültüründe uyumsuzluk, kendi içinde bir uyum ortaya koymuştu. Bu da uyumsuzluğun da bir amaç etrafında tasarlanabileceğine bir örnek olmuştur.


Bunun yanında hayatımızda sürekli ön plana çıkarılan "reklamlarda gördüğümüz “kusursuz” insanlar, tanıtımlara özene bezene konulan “kusursuz” doğa manzaraları ve genel olarak insan toplumlarının ulaşmayı arzuladığı “kusursuzluk” dağının tepesi, hatta ve hatta örneğin bir biyoloji sınıfında bir hücrenin "kusursuz" bir şekilde çalışan versiyonunun anlatılması." ve "yüzeysel olarak işlenen evren, doğa, canlılar ve özellikleri, her zaman sistemlerin düzenli bir biçimde işlediği yargısıyla öğrencilerin aklına kazınması" tespitlerini yerinde buluyorum.

Varlığın amacına yönelik kusursuzluk algısı;
"Sinirsel bağlantıların düzgün olmayışından kaynaklı epilepsi nöbetleri", kusursuzluk düşüncesine karşı bir gerçeklik değildir. Bilakis hastalıklar, ölümler, uyumsuzluklar ve kaos varlığın yaratıcının amacına yönelik kusursuzluğun görülmesi adına en az düzenli yapıların kusursuzluğu kadar güçlü bir delil sunmaktadır. Çünkü Yaratıcı ayette de belirttiği gibi dilediğini kısır veya epilepsi yapar. Çünkü Yüce Yaratıcı hastalıkları da belirli bir amaca yönelik olarak düzenlemiş ve ölçülendirmiştir.


Kusursuzluk ve Tanrı'nın varlık sahasındaki yeri;
Kusurluluk gözlemlenemeseydi ne olurdu? İşte bu sorunun cevabını İbrahim peygamber kurandaki şu anlatı ile beraber verecektir.

Vaktiyle Yüce Allah, İbrahim peygamber'e, kesin bilgi sahibi olması için göklerin ve yerin harikuladeliklerini gözlemletiyordu. O kısım şöyle anlatılıyor ;

"Üzerine gece bastırınca bir yıldız gördü. 'İşte bu benim Rabbimdir' dedi. Ancak o batınca: 'Ben öyle batıp gidenleri sevmem' dedi. Ay'ı doğar halde görünce: 'Benim Rabbim işte bu' dedi. O da batınca: 'Eğer Rabbim beni doğru yola eriştirmeseydi, şüphesiz sapıklar topluluğundan olacaktım' dedi. Güneşi doğarken görünce: ' İşte benim Rabbim bu. Bu daha büyük!' dedi. O da batınca şöyle dedi: 'Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım.
Ben yüzümü tümüyle, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim.'" En'am 76-79

Cevap; "Kusurluluk gözlemlenemeseydi Tanrı'nın varlık sahasındaki yeri anlaşılamazdı."

Hitit Güneş Kursu


Hititler de Güneş'e tapıyorlardı. Bu Hitit Güneş kursu bir sopanın ucuna takılarak törenlerinde ritim tutmalarını ve ritüellerini gerçekleştirmelerini sağlıyordu. İbrahim Peygamber ise Güneş'in batıyor olmasına dayanarak ilahının Güneş olamayacağını kavramıştı. Kusurluluğun hikmetlerinden birisi de bütün yaratılanlarla (mahlukatla) kuracağımız ilişkilerde ölçülü ve adil olmamızdır. Türkçedeki kula kulluk veya köpeklik söylemlerinin birer aşağılama olmasının sebebi, Allaha ortak koşulması sebebiyle kişinin zulmetmesidir.



Sonuç; Bütün bu değerlendirmelerden sonra şunu kesin bir şekilde söyleyebiliriz ki Evren kusurlarıyla birlikte kusursuzca yaratılmıştır. Yüce Allah Güneş'i bir aydınlatıcı olarak göğe asmış ve o'na bir ömür tayin etmiştir. Güneş bu tasarım planı için kendisine emredileni mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir. Bu amadelik kendisine ölçülendirilen süre kadardır. Evrenin kendi içindeki kusurluluğu da yaratılış amacı zemininde kusursuzluğu anlamına gelir. Tüm eser böylece muhteşemdir. Her şey Yüce Allah'ın emrine boyun eğmiştir. Bu boyun eğmeyenlerin ve kendilerini elleriyle körlüklerine gömenlerin kusuru ise kendi kurtuluşlarına ihanet etmeleri anlamına gelmektedir. Çünkü onlar, yaratılış gerekçelerini ihlal etmiş kimselerdir.

Selam ve dua ile...






25 Haziran 2015 Perşembe

Evrim Ağacı Makaleleri'nde Varsayımsal Akılyürütmeler

Bir süredir canla başla derledikleri, araştırdıkları, çevirdikleri makaleleriyle internette sıkı sıkıya takip edilen bir grubun, Evrim Ağacı'nın yazılarını inceliyorum. Baktım ki gelene, gidene, gezene, bol kepçe fikir dağıtıyorlar. En sonunda dayanamadım. Bir iki bir şeyler ifade edelim, belki bizim de çorbada tuzumuz, biberimiz olur diye makaleleri getirdim buraya. Haydi başlayalım inşallah.

İlk başlığımız ; Dünya Güneş'e 1 Metre Daha Yakın veya Uzak Olsaydı Ölür Müydük?

Bu başlıkta toplumun arkadaş ortamlarında tartışırken savurganca dillendirdikleri “Dünya, Güneş’e bir santim/metre/kilometre bile daha yakın olsa sıcaktan kavrulur, bir santim/metre/kilometre uzak olsa soğuktan donardı." söylencesini ele almışlar. Tabi ki haklı bir şekilde itiraz edilmiş.



Deniyor ki; "Zaten Dünya, Güneş etrafındaki yörüngesi boyunca Güneş'e milyonlarca kilometre yaklaşıp uzaklaşmaktadır. İddia tamamen hatalıdır." Bence haklı bir cevap olmuş. İnsanların kapalı olasılıklardan bilgisizce argümanlar ortaya çıkarmaları ve bunun üzerinden mucizeyi ifade etmeye çalışmaları bilimselciliğe gönül vermiş insanların canlarını sıkıyor haliyle. Onlar da bu ifadelere karşı deliller getirerek gerçeği anlatmaya çabalıyorlar.


Özetle, Dünya'nın yaşam kuşağı içerisinde bulunuşu ile bir metrelik uzaklaşma veya yakınlaşma'nın Dünya'nın donacağı veya kavrulacağı iddiasına karşı güzel, temiz bir cevap sunulmuş.

Ne var ki iş burada bitmiyor! Çürük verileri elden ele, dilden dile dolaştıran insanlara cevap vermek için yola çıkan Evrim Ağacı, bu noktada bırakmıyor işi. Birdenbire güzel bilimsel beyanatlar bitiveriyor ve yazarın alışkanlığı olduğu üzere varsayımsal akılyürütmelere uçuluyor. Cahil sabit fikirliler tokatlanmaya başlanıyor bu paragraflarda.





Bilgi - 3 ve 4 ;


"Her yıldızın kütlesine ve parlaklığına göre değişen, suyun yüzeyde sıvı halde kalmasının mümkün olduğu bir “yaşam kuşağı” bulunur. Buna Goldilocks Bölgeleri adı verilir." 


 "Güneş’in yaşam kuşağı, kendisine yaklaşık olarak 110 milyon kilometre uzaktaki bir yörüngeden başlayıp 250 milyon kilometreden biraz daha uzak bir yörüngeye kadar devam eder. Yaklaşık 140 milyon kilometre genişliğe sahip bu yörünge aralığında, Dünya gibi uygun fiziksel ve kimyasal yapıya sahip gezegenler üzerinde yaşam için gerekli şartlar sağlanabilir."




Halamız ;

Yazarın da ifade ettiği gibi Goldilocks Bölgeleri, suyun yüzeyde sıvı halde kalmasını mümkün kılacak uzaklık aralığındaki bir kemeri ifade ediyor. Buna yaşam kuşağı denmesinin sebebi, suyun sıvı kalarak canlılık için uygun koşulların bulunmasından ötürüdür. 



Bu aralık, çeşitli biliminsanları'nın ve araştırma grupları'nın değerlendirmeleri'nde farklı gösteriliyor. Bunun sebebi ise Bilimcilerin, Yıldız ile gezegendeki suyun, sıcaklık değerlerine etki eden faktörlere (atmosfer bileşenleri, kalınlığı, basıncı, nemliliği, karbon döngüsü, bulutların soğutma etkisinin varyasyonları) verdikleri zilyon farklı değişkeni ele almış olmalarıdır.




Bu diagram suyun katı-sıvı-gaz hallerinde kalışını basınç-sıcaklık ilişkisi içerisinde gösteriyor. Yataydaki kırmızı çizgi, Dünya'nın atmosfer basıncı seviyesinde bulunan suyu gösteriyor. Kırmızıyla Boiling Point (Kaynama Noktası) yazan yer 1 atmosfer (1 bar) basınçta, suyun 100C'de kaynadığını gösteriyor. Aynı hattı takip ederseniz suyun 100 bar'a kadar her basınç seviyesinde 0C'nin altında katılaştığını görebilirsiniz. Diyagrama göre yeterli basınç altında su 700C de bile buz halinde kalabiliyor. Dünya'nın kabuğu'nun maruz kaldığı sıcaklık aralığı ise minimum -60C ile maksimum +60C kaydedilmiştir. Bu bölgede insanoğlu'nun sağlıklı şekilde yaşayabilmesi için ortalama -5C ile +40C arası kritik seviyeler olmakla birlikte +15C oda sıcaklığında bulunması gerekir. Bunun ne kadar hassas şekilde dengede olduğu kolaylıkla görülebilir. İnsanlığın yaşamını sürdürebilmesi için, bütün canlılığın (yüksek basınç ve ısıya dayanıklı bakteriler başlıca) yaşamını sürdürebilmesine kıyasla çok daha hassas gereksinimlerin karşılanması gerekir. İnsanoğlu'nun bu aralıkta yaşamını sürdürebilmesi ve ekoloji'nin dengede kalabilmesi için Dünya'nın Güneş'e olan mesafesi azımsanamayacak hassasiyette önemli olmalıdır.

Bir karşılaştırmayla
Güneş'ten ortalama 227 milyon kilometre uzakta bulunup açıklanan yaşam kuşağı mesafeleri'nin dahilinde olmasına rağmen, Mars'ın yüzey sıcaklığı ortalama -63C dir.

Halamızın Bıyıklısı (Varsayımlar)


Bilgi - 5 Başlıklı Varsayım ; "Dünya’yı alıp Güneş’den şu anda olduğuna kıyasla 20 milyon kilometre uzaklaştırsanız bile donmayız. Evet, ortalama sıcaklık biraz daha az olur, mevsimler biraz daha farklılaşır ama donmayız."

Nasıl yani? Dünya'nın şu anki konumuna rağmen, her yıl tropikal ve subtropikal kuşakta yaşayan yüzlerce evsiz insanın donarak öldüğünü unutuyor musunuz? Sadece Amerikada yarım milyondan fazla evsiz insan her yıl donma tehlikesiyle karşıkarşıya kalıyor. Demek ki önlemlerimizi almadığımız taktirde zaten donuyoruz. Dünyayı yörüngeden 20 milyon kilometre uzaklaştırınca neler olabileceğini süper bilgisayarlara hesaplatabilecek şuna benzer babayiğit bir simülasyon tasarlanmış değilken, bu varsayımları da elden ele gezdirmek "Dünya bir metre uzaklaşsa donarız" diyenlerin varsayımlarından ne kadar farklı olacaktır?

"...Buna gerek modifikasyonlar yoluyla kısa sürede, gerekse de evrimsel adaptasyonlar yoluyla uzun sürede uyum sağlar ve normal şekilde yaşamaya devam ederiz."

Bunca kalabalık hesaplamalara rağmen, gezegenin yörüngesindeki değişiklikler ve canlılığın bu değişikliklere adaptasyon kabiliyetine yönelik varsayımlar uydurmak, halamızın bıyıklısını arayıp, ona amca deyip demeyeceğimize dair soruları araştırıp cevaplamaktan farksızdır.




Bilgi - 6 Başlıklı Varsayım ; "Ola ki Dünya'yı Güneş'e en uzak yörüngesinden 97.500.000 kilometre uzağa itecek olursanız, ya da Güneş'e en yakın yörüngesinden 37.500.000 kilometre yakınına getirirseniz... Evet, belki yaşamın sıkıntı çekmeye başladığını görürsünüz. Ancak bu verilen sayılar o kadar büyüktür ki, o "1 metre" iddiasının verdiği "mucizevi havayı" katamaz. "

Kanaatimce bu ifadeden amaçlanan o'dur ki ; "İnsanlığın yeryüzünde yaşayışını tehtid etmeyeceğinin iddia edilmesi ile yaşamın sürdürülüşünde kendiliğindenliğe yakınlaşılarak, tespit edilen mucizevi havayı! söndürmek, itibarsızlaştırmak olsa gerekir. Oysa Güneşin mesafe değiştirmesi ile veya Ay'ın döngü değişimiyle, yer altı sularının, akıntıların, bitkilerin böceklerin, balıkların, bakterilerin ve daha trilyonlarcasının döngülerindeki değişikliklerle birlikte yeryüzünün geleceği durum ve insanlığın varacağı nokta kestirilebilir değildir. Kahinlik peşine düşülecekse o başka tabi :)


Bunun da ötesinde şayet yazarın belirttiği seviyelerde yaşamımızı sürdürebilecek olursak. Bu sefer de bambaşka bir mucize ile karşıkarşıya kalmış olacağız.
Bu hassas denge içerisinde yaşayışımızı güvenle sürdürebilmemizin, sayılarını ve niteliklerini bilemeyeceğimiz kadar çok ve çeşitli değişkenin uyum içerisinde olmasına bağlı olduğunu idrak etmek, bilen insanın (homo sapiens) zekası'nın gereğidir. Kainat yüksek miktarlarda denklemler yumağı ile işler ve yaşam, bu denklemlerin bir sonucu olarak sürdürülmektedir.

Belki de yazıda denildiği gibi, Dünya'nın Güneş'e bir metre yaklaşmasının bu denklemde "pek de dikkate değer bir anlamı yoktur."



Bu azametli denklemi yeterince yakından inceleyen kimseler için ;
"Dünya söz konusu yaşam kuşağı içerisinde olmasaydı, yaşam bir başka gezegende başlayacaktı."


"Dünya’yı alıp Güneş’den şu anda olduğuna kıyasla 20 milyon kilometre uzaklaştırsanız bile donmayız. Evet, ortalama sıcaklık biraz daha az olur, mevsimler biraz daha farklılaşır ama donmayız. Buna gerek modifikasyonlar yoluyla kısa sürede, gerekse de evrimsel adaptasyonlar yoluyla uzun sürede uyum sağlarız."

... Şeklinde sunulan varsayımların devamı, en azından denklemin hassasiyetine güveni ifade ediyor diye düşünüyorum. Denklemin bu zarif yeniden yapılandırılma sistemi, ihtişamlı ve mucizevidir. Bizzat modifikasyon ve evrim, sistemin mucizevi mekanizmaları değil de nedir? Bu olasılıkların içinden insanın kıyam ettirilişi, şaşkınlık uyandırıcı değil de nedir?


El netice, bu tür beyanatlar, kainatın ölçülendirilişininin hassasiyetini ve onun görkemi'nin layık olduğu değerini ucuzlaştırarak, bir takım delillendirilmemiş olasılıkların kesinmiş gibi açıklanmasıyla rastlantısal, kendiliğinden, basit hale getirerek sistemin ardında ölçülendirme gücü olan bir tasarımcı olduğu bilincini ortadan kaldırmaya yönelik manipülasyonlar ortaya çıkaracaktır.

Bilen insanın, varoluşu açıklamak için ölçülendirilişi idrakten başka yolu yoktur.

Not; İleri Okumalar adı altında verilen linklerden sonuncusunda makalenin kapsamıyla, Güneş'e her yıl çok küçük değerlerde yaklaşıldığını söyleyen bilimcilerin açıklamalarını paylaşan ve 13 takipçisi ile hiç bir referansı olmayan bir yazarın kısa notu yetersiz ve alakasız görünüyor. Bizzat içeriğin kendisi ile 
kaynağa ihtiyaç duyan bir kaynak sunulmuş.

Diğer verilen bağlantıda ise, NASA'dan Terry Kucera adında bir Güneş Fizikçisi'nin "Güneş' e daha yakın olsaydık ne olurdu?" sorusuna cevabı bulunuyor. O da açıklaması'nın içerisinde şöyle diyor ; "Bir kaç 300 metre'nin (few thousand feets) fark edeceğini sanmıyorum." Kaynak gösterilen NASA fizikçisi bile mesafe-sıcaklık-zamanın etkisi-klimatik etki ilişkisini ele aldıktan sonra, "Hesaplaması basit bir şey değil." diyerek konudan çıkıyor.

Varın siz hesaplayın.

Vesselam. Allahualim.

5 Haziran 2015 Cuma

Üstinsan - İnsan-ı Kamil - He-Man

Muhterem dostlar, baylar ve bayanlar. Biraz aradan sonra sizleri çarpıcı bir başlıkla karşılamayı düşündüm. Bu yazımızda sizlerle oryantal, yani doğu bazlı kavramlarla, batı kültüründen yansıyan bir takım bahisleri yanyana getirip düşünmeye çalışacağız.


Bir süredir üzerinde düşündüğüm bir konu vardı. Batıdan bize gelmiş veya getirilmiş bir takım kavram ve fikirlerin doğudakilerden bağımsız, kendine has olduğu anlayışı çok yaygındır. Oysa karbon kopyadır bazı felsefeler. Yalnız kafamızın içerisinde bunları yanyana getirmemişizdir. Boyaları farklıdır bazı işlerin ama içleri yine aynı tantanayla doludur. Gelin biraz örnekleyelim.





Ne zaman televizyonu açsak veya arkadaşlarla bir sinema turu atalım desek karşımıza zart diye şu logo belirivermez mi? Herkes tanır Warner Bros'un logosunu. Amerikan medya şirketlerinin en büyüğü olmalıydı bunlar. Adamlar 99 da Matrix'i sahneye sürerken, yüzyıllardır kaynattıkları kazanın altına sağlamından bir odun daha atmış oldular. Tabi herkese afiyetle içirdiler bu zarif fikirlerini. Bazıları insanları derinden etkileyen ve sürükleyen izler bıraktılar. İçinizden birisi şimdi çıkar da derse "E Canım bunlar fantazi ve kurgulardan oluşan ticari prodüksiyonlardan başka birşey değil. Maksat eğlence olsun. Ne abarıyorsun kendi kendine?" O zaman çıkar Matrix ile imal edilen; "İnsanoğlunun üst evrenlerin sonuncusunda pil olarak kullanıldığı", "Mehdi'nin ahir zamanda yeryüzüne gönderileceği", "İsa peygamberin tekrar dirileceği" tezine iman eden kamyon yüküyle mü'min bulur getiririm şuralarda.


Bu sahnede kurtarıcı karakterimiz Neo tamamlanışının bir anını yaşıyor, yeteneklerine etkisiyle kurşunları durduruyordu. Kendisi bir anlamda Siyon'un beklenen mehdisiydi. Başının etrafında duvardaki motifin İsa ve diğer aydınlanmış kişiler, peygamberlerde, "ışık getiren" ifadesiyle betimlendiği gibi bir hale olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu aydınlanmış ruhun en bilindik temsillerinden birisidir.

Warner Kardeşler ile bu filmin yapımcıları konu üzerinde çok ince çalışmışlardı. Öyle ki filmin içindeki mesajları anlatan destan gibi dökümanlar, bloglar, kitaplar yazıldı ve paylaşıldı. Bunlardan en kalabalık kısmı belki de Neo'nun beklenen, seçilmiş Mehdi olarak gelişi, kemale erişi üzerinedir. Konu epey kapsamlı ve aslında bir başka uzun yazının konusu olmaya da iyi bir adaydır.



Birbiriyle kök olarak akraba olan bir kelime grubu vardı. Kemal, tekmil, kamil,ikmal-ekmel, mükemmel... diyerek gidiyor. KML kökünden Arapçadır bunlar.

Kemal; Tamam,
Kamil; Tamamlanan,
İkmal-ekmel; Tamamlama eylemi,
Mükemmel;
Tamama sahip olan manalarına geliyor.

Tamamlanma seviyesi insanın üsünlük değerini gösteren bir makam veya rütbedir de aynı zamanda.




Yukarıdaki imaj CNBC-E de yayımlanan Heroes (kahramanlar) dizisine ait. Burada da çeşitli tamamlanma seviyelerindeki kahramanların kazandıkları kabiliyetler neticelerinde birbirleriyle mücadeleleri işleniyor. Kimisi zamanı eğip büküyor ve zaman yolculukları yapıyor, bir diğeri düşünce okurken, yaraları onarılan, cisimlerin içinden geçen, radyoaktif ışın yayan, uçan, kaçan ve benzeri yetenekleri olan kahramanları görüyoruz.



Warner Kardeşlerin kanalıyla yıllaryılı televizyonlarımıza yansımış çizgifilmlerden "He-Man ve Kainatın Efendileri" de bu türden bir işlenişe sahipti.

Jeneriği her defasında şöyle başlıyordu; Ben Adem. Eternia'nın (sonsuzluk ülkesi) Prensi ve Grikafatası Kalesi'nin sırlarının savunucusuyum. Bu Titrek... Benim korkusuz arkadaşım. Muhteşem gizli güçler bende tecelli ettiği gün sihirli kılıcımı kaldırdım ve dedim ki; Grikafatası'nın gücüyle! GÜÇ BENDE ARTIK! (By the power of Greyskull! sözünü o bilindik tercümesi gölgelerin gücü adına diyerek çevirmedim.) Titrek kudretli savaş kedisine ve He-Man kainatın en güçlü adamına dönüştü. (Yumruk) Sadece bazıları bu sırrı paylaştı... Dostlarımız: Büyücü, General ve Orko. Hepbirlikte Grikafatası Kalesini İskeletorun kötü güçlerine karşı savunuyoruz."




Bu sözlerin karşısında milyonlarca çocuk adeta büyüleniyor, cetveli havaya kaldırıp bu sözleri tekrar ederek yarı insan-yarı tanrıcılık oyunlarına dalıyordu. Bu mükemmeli arayış ve varlık düzeninde mertebe kazanma hayalleri çocukların fikir dünyalarında derin beklentiler çağrışımlar ve kaygılar oluşturuyordu.

He-Man in sarı saçlarından, göğsündeki haçtan, kafatası kalesi ve diğer sembolojisine, mesajlarına dair yine uzun ve bambaşka bir yazı dizisi çıkarılabilir belki ama şimdi bu noktada değiliz. Biz He-Man in nasıl sırlara ulaşıp bir güç Tanrısına dönüştüğünü düşünmeliyiz bence.



10 rakamı da tamamlanışı sembolize etmesi sebebiyle pek çok yerde kullanılmaktadır. Barış Manço'nun yıllar yılı hazırladığı Adam Olacak Çocuk isimli yarışma programında arkadaki çocuklar sahneye çıkan çocukların başarılı olduklarını anlatmak için 10 puanlık göstergeleri havaya kaldırıyorlardı. Barış Manço sahnesi biten çocuktan sonra 10 puanları tek tek sayıyor ve 4 tane on puanla her çocuğa 40 puan veriyordu.


Bu Tanrısallaşma - tamamlanış olgusuna örnek çoktur. Marvel Super Heroes ve kapsamında Spiderman, Hulk sonra Süperman ve çeşitli Dövüş oyunları karakterleri, binlerce film, dizi, çizgiroman-çizgifilm ve daha niceleri bizler için hazırlanmıştı. Bunlar çizgiroman karakterleri örnekleriydi yalnızca. Gaza gelmemek ne mümkün?!







Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Gençliğine hitabında "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur." sözü de bu anlamda bir manevi ikmal kaynağı'nın Türklüğün geninde bulunduğunun ifadesiydi. Bu kaynağı asalet sahipliğiyle de övmüştür. Bu tarzdaki üstünlük eldesi, güçleniş ve tamamlanış olgusuna siyasi söylemlerde sıklıkla rastlarız.








Friedrich Nietzsche'nin Üstinsanı



Bir dönem meşhur filozof Friedrich Nietzsche'nin kaleme aldığı fikirleri bu konuda ortalığı sarsmıştı. Bir üstinsan (übermensch) ideali belirlemiş ve onu peygamber olması ihtimali yüksek olan ve kadim zamanda, İran dolaylarında ortaya çıkan Zerdüşt'ün öğretileri ile beslemişti. Bu fikre göre belirli bir manevi saflığa ve olgunluğa sahip olan insan, übermensch yani üstinsan olmuş oluyordu. Bu noktada insan olmayı şöyle izah ediyordu Nietzche. “İnsan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. Uçurumun üstünde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış.” Bu ifadenin Zerdüşt peygambere verilen kitabı avesta'daki ünlü "sırat köprüsü" teşbihiyle de benzerlik gösterdiğini düşünüyorum.





Daha sonraları Darwinist etkilerle harmanlanmış bir öğretiyle, bu üstinsan fikri Avrupa faşistleri tarafından harmanlanacak ve ortaya üstün ırk fikri ve Hitlerin bütün konuşmalarında ve kitabı kavgam da vurguladığı "üstün ırkın yaşam sahası eldesi" için aşağı milletleri ezmesi gerektiği, savaşın, doğanın kendisinde de bulunan bir seleksiyon süreci olduğu anlayışı ortaya konacak ve Alman halkınca kapış kapış tüketilecekti. Hitlerin kutsadığı Aryan ırkının zerdüştilikle sıkı bağları olduğunu da düşünecek olursak, Nietzche-Hitler ve üstinsan meselesinin birbirleriyle bağlı olduğunu da idrak edebiliriz. Hatta sarı saçları ve göğsünde Demir Haçıyla He-Man'i ve Töton şovalyelerini ve onların Prusyadaki kalelerini de konuya dahil edeyim isterdim ama mevzuyu uçurmayalım şimdi :)









 Zerdüşt'ün aynı Neo gibi, özgürlük anıtı gibi başının üzerindeki hale ile aydınlık getiren şeklinde tasvir edildiği bir çizim.


Hitler Almanya'nın 1000 yıllık geleceğini Hitler Jugend'e (Hitler Gençliği) bağlıyordu. Üstün nitelikli insanlar ortaya çıkarmak için çalışmalarına kökten başlamıştı. Millet bütün kıtalarda birbirini gırtlakladıkan sonra Milletler Birliği kağıt üzerinde bu saçmalığa bir son verecekti. Irksal üstünlük fikri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabulüyle rafa kaldırılır gözükürken Almanların Yahudilere uyguladığı soykırıma karşılık olarak maddi kaynaklar, patentler Yahudi ırkının kuracağı ve Neo'sunu bekleyen Siyon ideallerini sağlam ve kesintisiz kaynaklara kavuşturmuş oldular. Bu da Tanrının kendilerini ayrıcalıklı kıldığını zanneden bir diğer grubun (veya arkaplanda hepsi aynı gruptur) yepisyeni bir manevralarıydı elbette. Dediğim gibi, fikirler gruplar arasında elden ele gezerken bayrakların renkleri isimler kurumlar coğrafyalar değişiyordu özünde.

Bağlantıdaki liste ise Yahudi Gençlik Organizasyonlarını açıklıyor.

http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Jewish_youth_organizations




Tarikatler ve Yahudi Mistisizmi'nde İnsan-ı Kamil ;
Dünya, milliyet ve ırkçılık rüzgarıyla kasıp kavrulur, coğrafyalar, devletler bölünür ve yenileri kurulup dururken Dünya durmuyordu elbette. Üstünlüğün kimde olduğu yarışı ve bilgisi elden ele, fikirden fikire, zikirden zikire geziyordu. Bu anlamda köklü manevi akımlar da vardı.

Tasavvufta İnsan-ı Kamil diye isimlendirmişlerdi üstinsanı. Bunun manası işte tam da Neo'nun yukarıda yaşadığı şeydi. İçindeki Tanrıyı bulmuş olma, erme, ulaşma diye tanımlanıyordu bu makam. Böylece insan-ı kamil, insan oluşunun eksik doğasını tamamlamış ve bir nevi yarı Tanrıya veya Tanrıya, bir kurtarıcıya ve mükemmel modele dönüşmüştü. Artık doğa'nın çeşitli bağlayıcı unsurlarını eğip bükebilir ve ona hükmedebilir hale gelmiş, çeşitli mucizevi haller gösterir olmuştu. Müridinin zihnini okuyabilir,  zamanı bükebilir, gaipten haber alabilir, rüyalarda konuşur, kötüleri caydırır ve çeşitli kahramanlıklar yapabilir hale erişmiş, kemalini bulmuştur. İnsanlığın artık o'na ihiyacı vardır. Resimde Türkiyede onbinlerce müridi olan bir insan-ı kamil örneği Nakşibendi Şeyhi Abdülbaki Erol görülüyor. Kendisi halihazırda tövbe alma konusunda aracılık ediyor, iradesini ona teslim edenlere cennet ve bağışlanma sözü veriyor. Elbette bu yetkilendiriliş iddiası kur'an da tamamiyle reddediliyor olduğu halde bunlar rahatlıkla çalışılıyor. Yüce Allah, kendisine ortaklık yakıştıranları cehenneme sevk edeceğini ve hesap gününde kimsenin kimseye bir şey sağlamaya güç yetiremeyeceğini açıkça beyan ettiği halde bir güruhu etkilemeyi sürdürüyorlardı.

Yahudi mistisizmi, ezoterizmi, batıniliği olarak adlandırabileceğimiz kabalizm, islama tasavvuf adıyla entegre olmuştu.
Kabala öğretisi de aynı tasavvuf gibi insanın yaratılış ve daha yüksek varoluş seviyelerine nasıl ulaşacağı ile ilgilenir.

Kadim dinlerden gelen bu seyir (yolculuk) ve tarikat (yol) sistemi yani inisiyasyon, hinduizm gibi dinlerin de etkisindeki bir takım özellikleriyle bir şekilde islama eklemlendirilmişti. Yukarıda bahsi geçen Nakşibendilik gibi pek çok tasavvufi tarikatler de bu sistemlerin sarık, sakal, cübbe ile boyanmış halidir denilebilir. Bu yorumlarım aslında karmaşık sosyolojik ve teolojik ilişkilerin basit ve kabaca açıklanışıdır. Hatalı/eksik okumalar ve bağlantılamalarım olabilir. Hakkınızı helal edin lütfen.

Tasavvufta nefis mertebeleri, hiçlik, fenafillah ve bekabillah, bu mistik öğretiyle paralellikler gösterir. En büyük ortak yanları ise aynı He-Man'e bahşedildiği! gibi bu yollarda dirsek çürütenlerin, bir takım ilahi seçilimler sonucu sırlara haiz olmaları, bazı şeyhlerin aynı şekilde kainatta tasarruf sahibi yüce şahıslara dönüşmeleridir.
Bundan sonra şeyh bir tekkede insanlara rüşd (doğruluk) verecek ve mürşid-i kamil, yani istikamette doğruluk sahipliğiyle tamamlanmışlığı bir araya getirecektir.

Bu anlamda bir batı çizgiromanı nasıl kahramanını kainatta hüküm sahipliği ile işleyerek çocuklara istikamet pazarlıyor ise bir tarikat şeyhi de aynı şekilde kainatta hüküm sahipliği iddiası ile
yetişkin müridlerine doğruluk ve kurtuluş vereceği vaadini satabilmektedir.




Yani özetle şeyh veya kahramana yakıştırılan ;

  • Hidayete iletişte (yol göstericilik),
  • Eksiksizlikte
  • Tasarrufta (Yetkide),
  • Hakimiyette,
  • Koruyuculukta,
  • Kurtarıcılıkta,
  • Bağışlama kararında (şefaat),
  • Sahiplikte...
Allah'a ortaklığı olduğunu iddia etmiş bulunuyor.



Kendilerini Allahın dostluğuna ve seçilmişliklerine yakıştırmış ve bu yolla kurtuluşlarının garanti olduğunu iddia eden Yahudilere kuran-ı kerimde Muhammed peygamberin şöyle söylemesi emrediliyor.
" De ki: '
Ey Yahudiler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, bunda da samimi iseniz, haydi ölümü temenni edin.' Onlar yaptıkları yüzünden asla ölümü temenni edemeyecekler. Allah o zâlimleri çok iyi bilmektedir." Cuma Suresi 13. ayet

Üstünlüğü ırk, millet, dil, vatandaşlık mensubiyetinde veya materyal/maddi/parasal imkanlar, silahlar, teknolojiler oranında arayanlar da dahil tüm insanlara kuran beyanatı şöyledir;


"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdar olandır."
  Hucurat Suresi 13. ayet



Vesselam.